Sayfalar

2 Kasım 2019 Cumartesi

YASEMİN KOKULU KADIN

     Yaz mevsimi artık yavaş yavaş etkisini kaybetmekte.Doğa sancılı çünkü mevsim sonbahar.Kuşlarda bir telaş.Nereye uçuyorlar acaba?Geldikleri yere mi dönüyorlar? Başka uzak diyarlara mı gidecekler?Ya ağaçlar ; onlar da çok üzgün.Uzun zamandır üzerinde taşıdıkları yaprakları yavaş yavaş sararıp dökülmekte...Tıpkı her gün bir yaprağını kopardığımız takvim gibi.Giden gün bu günden, ömürden gitmekte.

   Doğa uğraşırken kendi dönüşümüyle bir kadın  ta uzaklarda ,sessiz diyarlarda beklemektedir.Mavinin elli tonunu umut ederek sessiz sedasız bekliyor.Geçmişteki fırtınalara inat bu gün güneş yeniden doğacak.Deniz de gök yüzü de mavi...Deli mavinin  elli tonu bir kelebek gibi sessizce avuçlarına konacak.

   Yıllardır bir adam çizmişti kadın.Adamın sadece yüzü yoktu.Ruhunu beslemiş ,yüzü dışında her şeyi tamamdı. Elleri,kolları,bacakları vardı.Bedenini tamamlamıştı .Ama yüzü yok....Yüzünü çizememişti,ruhunu beslemişti deli mavi.Başı bir siluetten ibaretti. Ağzı,burnu,kaşları,gözleri ,dudağı  yoktu. Çünkü onu hiç çizememişti.Belki de yüzün önemi yoktu.Kadının isteği, yürekti,ruhtu.Erkek gibi değil; insanlar ya kız yada erkek doğarlar. Ama adamlık bir meziyetti. Adam gibi bir adamdı  beklediği. Bir gün o adamı bulacak yıllardır içinde büyüttüğü ruhu onun ruhu ile eleştirecekti.Çünkü yüzünü çizemediği adamda mevsim hep bahardı.Ama sancılı sonbahar değil hep ilk bahardı.İlkbahar ile yüreğinde güller, yaseminler açmıştı.Adam yaseminlerden taç yapıp kadının saçına takmıştı. Yasemin çiçeğinin kokusu kadının yüreğine, tenine sardı.Yasemin kokulu kadın...Yüzünü çizemediği adam içinde sessiz sedasız mekan tutmuştu.Mavinin elli tonu; deniz o adamı kadına getirecekti.İşte o zaman kadında mevsim hep bahar,kokusu yasemin olacaktı.

    Yasemin kokulu kadın günün ilk ışıklarıyla uyandı.Usulca yatağının kenarına oturdu.Askılı, yakası dantelli beyaz  saten geceliğinin üzerine, up uzun beyaz tülden ilmek ilmek güpürle  bezenmiş  sabahlığını giydi.Yatağının kenarında duran yüksek ökçeli ,pembe pomponlu terliğini eline aldı.O bembeyaz minicik ayaklarını terliğin içine hassas bir şekilde soktu.Deniz kıyısında bulunan kulübesinin kocaman bir terası vardı.Küçük adımlarla gelin gibi süzülerek terasa doğru yürüdü.Gökyüzü güne yeni uyanıyordu.Sanki gün batımı gibi gün doğumu da sancılıydı. Gökyüzü allı morlu rengarenkti.Bulutlar hızlı hızlı günlük görevlerini yapabilmek için yerlerini almaya başladılar.Bahar rüzgarları yaramaz bir çocuk gibiydi.Önce etraftaki yasemin kokularını toplayıp güzel kadının avuçlarının içine koydular.Sonra yavaş yavaş kadının saçlarını okşadılar.Yavaş yavaş nazlı bir gelin gibi sap sarı saçları savurdular.Beyaz güpürler ile bezenmiş sabahlık eşlik etti saçların dansına .Güzel kadın gözlerini kapattı.Anın tadını çıkarabilmek,büyüsünü, ahengeni yakalayabilmek için derin bir nefes aldı.Birden öfkelendi bahar rüzgarı.Sert sert esmeye başladı. Gökyüzündeki bulutlar sağa sola kaçışmaya başladılar.Deniz hareketlendi.Deli deli coştu deli mavi, biraz mavi biraz griye bezendi.Şaşkın gözlerle denizi izleyip neler oluyor diye düşünüyordu ki kadın ...Denizden bir ışık topu çıktı.Gözleri bulanık hale geldi kadının.Gözlerini elleriyle ovuşturdu.Ama hala gözleri bulanık görüyordu.Işık topu küçücük kum tanelerinin üzerine düştü. İçinden bir adam çıktı.Adamın üzerinde beyaz ketenden salaş bir pantolon vardı. Pantolonun üzerinde keten kumaştan v yakılı kolları uzun bir gömlek....Saçları hafif uzundu.Servi gibi bir boy, geniş omuzları vardı.Çıplak ayak parmaklarının arasından kum taneleri kaçışıyordu.

       Kadın çok şaşırdı.Öylece donup kaldı.Rüzgar daha da sert esmeye başladı.Kadın neler olduğunu anlamaya çalışırken ,rüzgarla savrulmamak için terasın tırabzanlarına sım sıkı tutundu.Gözlerinin bulanıklığı geçmemişti.Denizden gelen adamın yavaş yavaş kendine doğru geldiğini seçebiliyordu.O kadar bulanıktı ki gözlerini,ağzını, burnunu, kaşlarını göremiyordu.Adamın yüzü sadece bir silüetten ibaretti.Rüzgarla savrulan beyaz kıyafetleriyle kulubeye yaklaştı.Attığı her adımla kadının kalp atışları hızlanmaya başladı.Olduğu yerde dondu kaldı kadın .Sanki bir kuvvet onu oraya sabitlemişti. Denizden gelen adam kulübenin ahşap kapısını yavaşça araları. Kapının gıcırdama sesiyle kadının kalbi yerinden fırlayacaktı. Kapının açılmasıyla kadının burnuna yasemin kokusu geldi .Derin bir nefes aldı.Evet bu onun kokusuydu.Teninin kokusu...Gözlerini kapattı.Yasemin kokusu ruhuna doldu.Adamın çıplak ayak sesleri ile yavaş yavaş kendisine  yakınlaştığını anlıyordu. Ama kadın  hala oraya çakılmış gibi duruyordu.İki kollarını yana açmış trabzanlara sımsıkı tutulmuş,saçlarını rüzgar savuruyordu. Adam artık arkasındaydı. Bunu yasemin kokusundan ve ayak seslerinden anlamıştı.Saçlarında bir el hissetti. Denizden gelen adam kadının rüzgarla savrulan saçlarını elleriyle topladı. Derin bir nefes aldı.Kadının mis gibi kokusunu içene çekti. Sonra yavaşça eğildi kadının boynuna bir öpücük koydu.Adamın dudakları alev topu gibiydi. Kadının önce boynunda sonra yüreğinde yangınlar çıktı Kadının vücudunda ki ayva tüyleri bile şaha kalktı.Boynunda yanan ateş ile düşündü kadın. Rüyada mıydı yada hayal mi görüyordu?Boynuna ateş topu gibi düşün dukalar; yılardır yüzünü çizemediği adamın dudakları olabilir miydi?Kalbinin atışının sesi çok uzaklardan  duyuluyor gibiydi. Kalbi yerinden fırlayıp gidecekti.Denizden gelen adam kadının heyecanını, şaşkınlığını fark etti.
-"Şişşştttt   korkma,sakin ol.Benim yıllardır yüzünü çizemediğin ,ruhunu beslediğin adamın ".
 ve kadına  daha çok sokuldu.Arkasından incecik beline sarıldı.Çenesini pamuk gibi yumuşak , güneş gibi sap sarı olan k saçlarına koydu.Derin bir nefes aldı. Uzun bir ohhhh çekti.Kadın yaprak gibi titriyordu.Adam yavaşça kadını kendine çevirdi. Yüzü ay gibi parlıyordu.Kadının gözleri adete o ışıktan kör olmuş gibiydi.Adamın yüzünü seçmek için çabalarken dudaklarında gezinen  parmakları hissetti.Kadının yüzünün nakışı o kadar güzeldi ki.Adam hayranlıkla dudakların hatlarını parmaklarıyla çizdi.Parmaklar yavaş yavaş kadının boynuna indi.Gözlerini kapattı kadın.Dudaklarında ateş topunu hissetti. Adamın dudakları alev alevdi.Kadının dudaklarını yaktı kavurdu.Fırtınada savrulan yelkenli gibi savruldu dudaklar.Kadın ilk fırsatta derin bir nefes aldı. Değilse heyecandan ,nefessizlikten düşüp bayılacaktı.birden sendeledi. Yüreği nasıl dayanacaktı.Yıllardır beklediği an gelmişti.O gelmişti.Yüzünü çizemediği adamı gelmişti. En sevdiği getirmişti adamını.Bir ışık topu gibi pırıl pırıldı.Olmazsa olmazı,mavisi, deli  mavi  denizi getirmişti.

      Sendeledi kadın, düştü düşecek.Adam bir hamle ile kadını kucağına aldı.Derin bir nefes alıp ciğerlerini yasemin kokusuyla doldurdu.Kadın kollarını adamın boynuna doladı. Sım sıkı sarıldı.Terasın ahşap döşemelerini yavaş yavaş geçen adam yatak odasına geldi.Yatakta kıp kırmızı saten bir nevrim vardı.Denizde sörf yaparcasına kadını yatağa yatırdı.Yatağın bir köşesine de kendisi oturdu.Saçlarını ,yüzünü ,gözlerini sevdi. İki dudağının birleştiği yere küçük bir öpücük koydu.Sonra  kadını yan yatırdı.Arkadan yavaçca süzülerek yatağa girdi.Başını kollarının arasına aldı sım sıkı sardı.

   Birden irkildi kadın .Gök gürlüyor, etraftaki ağaçları rüzgar savuruyordu. Şaşkın gözlerle etrafı kolaçan etti.Gök gürültüsü, yağmur sesiyle bir kez daha irkildi.Gök gürültüsünün sesi o kadar yüksekti kadını uykusundan uyandırdı. Derim bir nefes aldı.Gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzüldü.Yoktu ,yanında yoktu. Her şey bir rüyaydı.Yıllardır beklediği, geldiğini sandığı adamı da sadece rüyadan ibaretti. Ve bahardı maalesef mevsim sonbahardı.

BİR KADIN TANIDIM

Bir kadın tanıdım.
En delisi ,en mavisinden.
Başı yüce dağlar kadar karlı,
umudu enginler kadar çoktu.
Bir kadın tanıdım dünü bu gününden feryat figan.
Umudu ele avuca sığmaz.
Bir kadın tanıdım .
Adam gibi adam.
Yılmadan, yorulmadan dişiyle,tırnağıyla 
Kazıya kazıya hayata tutunan.
Bir kadın tanıdım.
Karanlık geceye inat parlayan yıldızlar gibi ışıl ışıl.
En delisinden ,en mavisinden.
Bir kadın tanıdım .Yüreği içten içe kor.
Yüzünde gülücükleri alev alev.
Yüce dağlar gibi, Anadolu gibi...
Bir kadın tanıdım biraz deli,
Biraz mavisinden.
Anne gibi,kız kardeş gibi,eş gibi, dost gibi...
Evet bir kadın tanıdım.
Yüreğinde sevgiyi,umudu büyütmüş.
Savaşmış pes etmemiş.
Vatanım, Türkiye'm gibi
Bir kadın tanıdım. 


13 Eylül 2019 Cuma

DELİ DOLU DOĞU ANADOLU

        Hani derler ya “Hayat kırkında değil farkında başlar”. Geçmişte dövünecek kadar yarın ömrümüz var mı? kaçırdığımız yerde mi kalsak? Hayatı yaşamaya yeniden doğmuş gibi kaldığımız yerden mi devam etsek? Ne kadar ömrümüz kaldı ki geriye, sayılı soluğumuz ne kadar. Şimdi geçmişe takılıp yaşlanmaktan sa hadi gelecekte coşma zamanı… Ver elini Deli maviyle Doğu Anadolu'ya…         

        Hiç olmaz derdim, yok ne işim olur ki doğuda, keşke görseydim o coğrafyayı. İnsanları bizim gibi miydi gerçekten, haberlerde yaratılan kan, terör şiddet var mıydı, yoksul muydu insanları susuz çöllerde kurumuş topraklar gibi, Türkçe bilmiyorlar mıydı benim Türkiye'mde yaşayıp… Memleketim, Türkiye'min bir parçası Doğu Anadolu neden bu kadar ütopik, neden bu kadar uzak ve imkansızdı?         

       Heyecan dolu bir güne uyandı Deli mavi… Sabah kalktı  günün ilk ışıklarıydı. Van’a gidecekti ilk kez doğu topraklarına. Yolculuk planları yapılmıştı. Ordudan Tokat -Erbağ’ a oradan taksi ile Van yolcuğu… Yolculuk ordudan minibüs ile başladı. Heyecan doluydu yüreği, kelebekler uçuyordu içinde. Deniz kıyısı boyunca geçireceği hafta sonunu düşündü ,onu neler bekliyor ,nelerle karşılaşacaktı. Sahilden ayrıldığında mavilikler yerini rengarenk yeşilliklere bıraktı. Yeşilin elli tonu, yılan gibi kıvrımlı yollarda ilerledi. Yolalar onu yükseklere götürdü, Sanki gökyüzü şimdi daha yakındı. Elini uzattığında bulutları yakalayacak, ırmakta bulunan sıra sıra taşlar gibi onların üzerinden atlayacaktı. Derin bir nefes aldı “ohhhhh “ çekerek olmaz olmazdı da olmaz oldu işte. İnsandık her şey bizim içindi. Ruhunda bin bir soru, bin bir heyecan ile kendini Niksar da buldu.        

      Yelda derneğin Erbağ temsilcisiydi. Niksar da otogarda karşıladı deli maviyi. Aslında çokkkk da fazla zamandır tanımıyorlardı birbirlerini. Yelda telefonda öyle samimi öyle sıcak söylemişti ki” ben seni evimde misafir edemeyecek miyim? Biz bir aile değil miyiz? Gel lütfen gece bende kalır yola çıkarız. Deli mavi Derneğin yönetim kurulu üyesi, Karadeniz Bölge temsilcisiydi. O kadar sıcak o kadar samimiydi ki Yelda'nın daveti gitmemek mümkün değildi. Nihat ağabey, aslında az soğuk gelmişti. Deli mavi ilk kez karşılaştı ya, hanım hanımcık, kibarcık maskesini taktı. Niksar’dan Erbağ a doğru giderken gayet resmi, gayet hanım hanımcık sohbetler yerini aldı arabanın içerisinde. Bu arada etrafta çizilen manzara, yer tasvirleri eşlik etti sohbete. Keyifli nereye, nasıl gideceğini bilmeden bir yolculuk başlamıştı. Kalp atışları yerini bilinmezin verdiği bir coşkuya bıraktı.      

     Küçük bir Erbağ turu…Erbağ yazısının önünde küçük yaşlarda bir erkek çocuğu, elinde rengârenk uçan balonlar vardı. Deli mavi “verir misin çocuk o balonları bana, sende balonlarla fotoğrafımı çeker misin” dedi. Endişelendi küçük çocuk “abla kaçırışın balonları” “çok param yok” dedi deli mavi “merak etme sıkı tutarım. Eğer kaçarsa balonlar ödeyemem parasını, bak şimdi ipi bileğime bağlayacağım sımsıkı sende fotoğrafımı çek”. Ne güzeldi çocuk olmak. Kaldığın yerden hayatı sımsıkı tutmak. Akşam yemeğine evde bir demlik çay, Yelda ve Nihat ağabeyin sohbetleri eşlik etti. Nasıl olurdu ki birbirini çok da fazla tanımayan insanlar aynı boyutta, aynı hislerle kırk yıldır dostmuş gibi nasıl ortak paydada buluşurdu. Bu Allah’ın bir lütfuydu. Başka bir açıklaması yoktu.                 

      Gece sayılırdı aslında. Gecenin üçünde çalan saat sesi ile başladı yolculuk. Gün ağarmamış her yer kap karanlıktı. Erbağ’dan başlayan yolculuk bütün Doğu Anadolu'nun kapılarını açacaktı. Çünkü planladıkları yoldan değil başka bir yoldan gideceklerdi. Yola çıktıklarında otobüsler, büyük bir kalabalıkla karşılaştılar. Yoldaki insanların uyarısı” yol kapalı hes patlamış, her yer çamur bu yolu kullanamazsınız” Hal böyle olunca rota değişti. Deli mavi görmeliydi tüm doğu Anadolu’yu. Aslında bu onun için bir işaretti. Sivas, Malatya, Elazığ, Bingöl, Muş, Bitlis , Van güzergahında yolculuk başladı. Geze geze başladı doğu yolculuğu her şehre girdiler, içinde tur attılar, sokakları, binaları, çatışmalar…Neydi doğu; kulaktan duydukları, tv den gördükleri, kırsaldaki patlamalar, terörist çatışmaları mı? Hayır değildi… Gayet modern, gayet düzenli ,gayet gelişmiş büyük şehirler…Hayranlıkla izledi  deli mavi gezdiği her şehrin sokaklarını, tek tek kaldırım taşlarını .Derin bir nefes aldı; Türkiye ,benim Türkiye’m sen ne güzelsin. Doğusu, batısı, her yeri tarih kokan Anadolu’m. Toprağım, vatanım, namusum, her şeyimsin. Bitlis'e gidiler.ve o meşhur şarkı ,Bitlis'te Beş Minare...Bir avuçtu Bitlis, koca koca binalar ama okullar… Ne güzeldi bunları görmek, gelecek, unut, yarın yetişecekti bu kocaman taş binalarda, umuttu okullar, özgürlüktü, gelecekti. Aradılar beş minareyi. Acaba türkü gerçek miydi? Beş minare var mıydı Bitlis’te. Bulamadılar .1,2,3,4,derken  5. Minare yok ama yoktu…  Ve TATVAN …      

         Çok keyifliydi yolculuk, Yelda, Nihat ağabey ve deli mavi…Durur mu yaramaz yol boyunca su içti şişe şişe, küçük bir çocuk gibi, ağzı durmadı ya hiç …Ama deliydi işte adı üzerinde deli mavi …Durmadan susmadan konuşur mu bi insan; mevzu deli mavi olursa normal. Sanırım sevmişti Nihat ağabey deli maviyi, çekilir değildi bu kız, ya sevmeseydi Yeldan'ın işi harap, Bir köşede kenara bıraksalardı onu. Allahımmm düşünmesi bile kötü. Bi sus yaramaz çocuk ama yokkkkk susa bilir mi deli mavi .Susmadı da zaten .Yol bitmedi uzun yol…Başladı Neşet Ertaştan  “Leyla”Ardından Sunam…Yorgunluktan çatlayan sesi, o türküleri söylemesine engel olmadı.    Tatvan ile upuzun düzlükler, ovalar, kıraç topraklar son buldu. Deniz kızıydı ya deli mavi… Van gölü, Vanlıların değimiyle Van denizi…Kenarında bezenmiş boy boy ağaçlar, yeşillikler, gözün alabildiği yer mavi, gözün alabildiği yer deli mavi…Huzurdu mavi onun için, deniz onun için her şeydi. Van aslında çok güzeldi, suyun olduğu her yerde medeniyet vardır ya, kocaman büyük şehir. Her köşesini, her karışını, taşını adım adım arşınladıkları o büyük şehir. Karadeniz’in bir çok şehrinden daha gelişmiş, daha moderndi. Van gölünde yetişen “inci kefali, Van kahvaltısı, Van gölü canavarı…Canavar korktu deli maviden, Van gölüne girince… Yazık acaba nerede aldı soluğu; Vanlılara benden selam olsun “Deli mavinin Van gölüne girmesi sonucunda, Van gölü canavarı korkarak Van gölünü terk etmiştir” 😊     

    Güzel bir ekip karşıladı onları Van da…Derneğin Van il temsilcisi, kahkahalar, keyif, eğitim, yeni arkadaşlar, yeni dostluklar, biz gibi, ben gibi, Karadenizli gibi yurdumun güzel insanları…Deli mavinin hafızasından silinmeyecek Nihat ağabey, Yelda…Güzel Doğu Anadolu yolcuğu, Van da kurulan sıcak, samimi, dostluk arkadaşlıklar.Yolumun güzel dostlarla kesiştiren Yaradana şükürler olsun.   Saat geç oldu. Aslında bitmedi Van yolculuğu, Ağrı dağlarında kaybolduğumuz, Zigana’da otobüsümün yanarak saatlerce rehin kaldığım, sabah 4 de eve inip okulun ilk günü okula gittiğimi  anlatmadım 😊           

9 Mayıs 2019 Perşembe

ZAMAN TÜNELİ


Geçmişten gelen bir ses 31 yıl önceden “ pozitif değerlere şükreder olduğunu göz önüne alarak; bilinmez geleceğe helal getirmen yasaklanmıştır.( Deli kız aslında insanlar deli!!!!)

Teknoloji getirdiği kadar götürdü insanoğlundan. Sağlığından, değerlerinden, örf- adetlerinden, kişiliğinden, var oluşundan götürdü. Aslında suç zamanın, teknolojinin mi? Yoksa her şeyi eline yüzüne bulaştırdığı gibi teknolojiyi de bulaştıran insanoğlunun mu?  Bu tartışılır …
Yıllar öncesinden uzak zamandan bir ses…

Bir akşam dolaşırken sanal alemde Messenger dan bir mesaj geldi. “Fevzi Çakmak mahallesinde, Fevzi çakmak ilkokulunda, Ömer öğretmende okuyan ……… mısın sen?” Şaşırdım önce, yıllar geçmişti üzerinden çocukluk yaşımız bitmiş kırklı yaşlarda yol alıyorduk. Mesajı atan kişinin adına baktım tanıdıktı, geçmişten, yıllar öncesinden bir isim. Emin olmak için profil fotoğrafına baktım; yok tanıdık değildi bu yüz. Ama nereden bilebilirdi ;Fevzi Çakmak mahallesinde ki  Fevzi Çakmak ilkokulunu ve Ömer öğretmeni” bilemezdi elbet fotoğraf yabancıysa da isim tanıdıktı. Kabul ettim arkadaşlık isteğini.

Evet yıllar sonra ilkokul arkadaşım beni bulmuştu. Sohbet ettik biraz; evlenmiş iki tane kızı olmuş, yaşadığı şehir, eşi ve işi ve kısaca benim hayatım... Ve geride bıraktığımız çocukluğumuz…Yaşadığımız mahalle, top oynadığımız sokaklar.

Sömestir tatili için Ünye’ye geldi. Beni ziyaret etti. Geçmişe döndük taaaa ilkokul 2. Sınıfa ne çok şey varmış unuttuğumu zannettiğim. Ne çok insan varmış hatırlamadığımız. Doğum yaparken ölen Handan, Avukat olan Engin, eşinin üzerine üç çoğunluğunu bırakıp, başka kadınla kaçıp giden Mustafa, trafik kazası geçirip ölen hakan, çok salaktı diye tanımladığımız gönül... 40 kişilik bir sınıf ve Ömer öğretmen...
Tabi ve çok uzun olmasa da dünkü ve bu günlü hayatlarımız, yanına bir parça iyi niyet bir parça umut eklediğimiz yarınlarımız.Daha ne olsun ki ...

Adı da zaman tüneli olsun. Evet zaman tüneli Geçmiştennnnn geleceğeeeee

DELİMAVİ