Yorgun bedenler bilemez onları ; ne, ne zaman yorar? Hayata aynı pencereden
bakabilmek mümkün müdür. Yada aynı pencereyi aralaya bilmek.
Güzel başlayan bir Pazar günüydü. İnsanın içindeki fırtınaları kimse bilmez , istese de göremezdi. Mutluluk maskesi taktı genç kadın bu maskeyi takmaktan başka çaresi de yoktu. Güzel bir Pazar kahvaltısı yaptı. Bu kahvaltıya çocukları , annesi ,babası eşlik etti. Bir şubat sabahında güzel pırıl pırıl güneş … Kadının içi kıpır kıpır olmuştu. İçinde kelebekler uçuştu. Güneş onu çağırırken evde oturmak olmazdı. Annesini babasını çocuklarını aldı . Amacı biraz dolaşmak deniz kokusu almak, tur atmaktı. Kocaman olmuştu oğlu boyunu aşmıştı boyu. Bir servi gibiydi. O servi’ sine bakarken derin bir iç çekerdi. Zaman zaman bakmaya bile kıyamazdı. Trafiğin sakin olduğu bir yerde arabayı sağa çekti. Oğluna “had”i dedi” in Şimdi buraya sen otur” Çocuğunun gözündeki mutluluk ve heyecan onu da heyecanlandırmıştı. Güzel bir araba tur attılar. Sonrasında kumsalda yürüyüş… Deniz kıyısında serin esen rüzgar, bazen mavi bazen gri bulutlar ,bulutların ardına bir saklanıp bir çıkan Güneş… Hepsi eşlik etti onların huzur dolu yürüyüşüne. Derken telefonu çaldı arkadaşı onu beraber kısır yapıp yemeye davet etti. Güzel başlayan bir günü sevdiği arkadaşı ile bir demlik çay ve kısır eşliğinde bitirmek güzel bir teklifti. O da bu teklife hayır demedi. Arkadaşının teklifini kabul etti. Annesini kızı yanına alarak arkadaşına gitti. Güzel sohbet , bir demlik çay… Ama bir sıkıntı vardı içinde. Bu durumun genelde hayatında yaşadığı olumsuzluklardan ileri gelebileceğini umut etti. Yüreğini sıkıştırıyordu bir şey. Gece çok garip rüyalar görmüştü. Gördüğü rüyaların hepsini hayra yordu. Zaman zaman duyduğu” yüreğine fil oturmak” deyimi sanki onun şu anı için söylenmişti. Nefes alamamak çok kötü bir duyguydu. Bulunduğu ortam sohbet hoş olsa da içinde bulunduğu ruh hali hiç hoş değildi. Bir şey onu dürtüklüyor” haydi kalk oturma bura da “ diyordu. Yaşadığı iç huzursuzluğu bulunduğu ortamı kısa sürede terk etmesini sağladı. Eve gittiğinde yaşayacaklarından başına geleceklerden habersizdi. Arkadaşının ısrarlarına rağmen içinde bir sıkıntı olduğunu gitmek istediğini söyleyip müsaade istedi.
Özel hayatında her şey arapsaçına dönmüştü. Artık olaylar kontrolünden çıkmış. Bir çıkmaza dönmüştü. Oda bu durumların içerisinden çıkamıyordu. Aslında değişmemişti hayatındaki hiçbir şey. Sadece o yaşadıklarından yorulmuş, tahammül edecek gücü kalmamıştı. Sabah eşi ile çok hoş olmayan bir tartışma yaşamıştı. Aslında tartışma da sayılmazdı bu. Son zamanlarda eşi sürekli artık dayanamayacağını, kendini öldüreceğini söyleyip duruyordu. O sabah da böyle bir sabahtı. Bunun nedeni yıllardır yaşadığı her şeyin kadının içindeki çocuğu öldürmesiydi. Kadının hayatında matematiğin dört işlemi olmamıştı. Hayat sadece bölmüş ve çarpmıştı. Kadına göre şuan hayat bir at arabasıydı. Ama at olan hep üzerine binilen, hep yükü taşıyan kadın olmuştu. Adam hayatını yaşarken kadının içindeki çocuğu yavaş yavaş öldürmüştü. Her can çekişin de canın yandığında” imdat” diyerek yardım istemişti çocuk. Elini uzatmış ama eşi elini uzatmayı bırak duymamıştı bile .Yavaş yavaş susarak öldü küçük çocuk. Tıpkı bir damla suya muhtaç olan bir papatya gibi. Yavaş yavaş kuruyarak. Kuruyan toprakların çatlaması gibi kuruyan dudakları imdat sesini çıkaramayacak dereceye gelene kadar haykırdı, yardım istedi. O kadar bencildi ki adam kendi hayatını yaşarken o küçücük çocuğu sevmeyi unuttu. Bir parça mutluluk bir parça huzur bir damla su vermeyi unuttu. Aslında o küçük çocuğu; çocuk sevgi dilenirken adam dan “ daha yaşımız genç ileride yaşarız “ derken öldürmüştü. İçindeki çocuğu kaybedince kadından geriye ruhsuz bir beden, gülemeyen bir çif göz , bir canavar kalmıştı. Adam o kadar alışmıştı ki kadının koşulsuca onu sevmesine bu haline dayanmıyordu. Kadının içinde artık bırak sevgiyi; ne nefret, ne öfke hiçbir şey kalmamıştı. Adama dair her şeyi yitirmişti. Şu an elindekini yitiren adamın dudaklarından çaresizce dökülen tek şey kendimi öldüreceğim oluyordu.
Yüreğini saran ağırlık eşliğinde arkadaşından kalkarak eve doğru yürüdü. Çantasından anahtarını çıkardı . İçinden bir şey onu direk yatak odasına sürükledi. Yatak odasına girdiğinde dondu kaldı. Yüreğindeki sıkıntı, gece gördüğü rüyalar… “hayır “dedi” olamaz.”Bir anda film şeridi gibi birçok şey geçti gözlerinin önünden. Bir müddet sessizce kaldı. Usulca yatağa oturdu. Yatağın üzerinde eşinin bıraktığı cüzdanı, kapattığı cep telefonu, anahtarı ve a 4 kâğıdının altına adını soyadını yazıp imzasını attığı boş bir kağıt duruyordu. Neler oluyordu? Şimdi bu ne demekti? Yüreğinde ki anlamsız sıkıntı , acıların hepsi bunlar için miydi? Gece gördüğü karmaşık rüyalar bu anı mı? anlatmaya çalışmıştı. Bir müddet düşüncelerle cebelleşti. Bir şeyler yapmalıydı . Yıllar önce kendi için gözünü kırpmadan öleceği adam ;bu gün kendini öldürmüş olamazdı. Bunu ona yapamazdı. Bir canlının onun yüzünden kendi canına kıydığını düşünerek bu dünyada yaşayamazdı. Küçücük yüreği, vicdanı bu kadar ağır bir yükü taşıyamazdı. Hemen telefonuna sarıldı. Oğlunu aradı. Karşılaştığı manzarayı, endişelerini söyledi. Gidebileceği yerlere bakmasını babasını aramasını istedi. Boğazına boğum boğum bir şeyler tıkanmıştı. İçi ılık ılık oldu sanki bayılacaktı. Evin duvarları acımasız bir canavar gibi üzerine geliyordu. Evde duramazdı. O kadar kötü olmuştu ki şu halde araba kullanacak gücü bile kendisinde bulamadı. Hava iyice karanlık olmuştu. Yalnız başına dışarı çıkamazdı. Bir arkadaşını aradı .İçinde bulunduğu durumu anlatıp yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Evdekilere, kızına bir şey belli etmemek için tüm gücünü topladı. Annesine arkadaşı ile kahve içmek için dışarı çıkacağını söyledi. Dizlerinin dermanı kalmamıştı. Kendini evden dışarı attığında zorla içeride tuttuğu göz yaşları artık onu dinlemedi. Sessizce süzüldüler gözlerinden. Deniz her şeyiydi ya ….Ne yapacağını bilememenin verdiği çaresizlikle arkadaşına “deniz kıyısına gidelim” dedi . “belki oradadır, bir köşede oturuyordur, aramaya oradan başlayalım “İlk kez gurbette hissetmişti kendini ilk kez yapa yalnız. Şubat akşamıydı. Her yer zifiri karanlık. Göz gözü görmüyor. Sert ve soğuk esen rüzgar içinin ateşini hafifletmiyordu. Çiseleyen yağmur damlaları yüreğini daha da çok yakıyordu. Buz gibi terler döktü. Denizin hırçın dalgaları sahili dövüyordu. O kadar hırçındı ki dalgalar gecenin karanlığında bile bembeyaz köpürüşünü gözümüze sokar gibi belli ediyordu. Elinde cep telefonun ışığı ile koştura koştura sahili arşınlıyordu. Kafasında ki düşünceler, endişeleri birbiri ile çarpışıyordu. Ya gerçekten şeytana uyar da dediğini yaparsa. Onun ailesine ne diyecekti, çocukları ; arkadaşları onlara sormayacak mıydı? baban kendini neden öldürdü. Çocuklarım ne diyecekti. Yarın öbür gün daha da büyüyecekler , oğlan askere gidecek ,okuyacaklar iyi yerlere gelecekler, biri gelin diğeri damat olacak ve bu özel anlarda baba eksikliği duymayacaklar mıydı? Beni düşünmedi çocuklara bunu nasıl yapardı. Hayır diyordu hayır … Tüm bu düşünceler eşliğinde koca sahili taradı. Zaman durmuş , zaman acımasız geçmek bilmiyordu. Yüreğindeki sızı gittikçe artmış nefes almak daha da zorlaşmıştı. Hala güçlü durmaya çalışıyordu. Arabaya bindiklerinde arkadaşı ona şunları söyledi. “Şuan bize belli etmemeye çalışsan da içinde daha da çok acı yaşadığını ,canının yandığını biliyorum. Lütfen biraz sakin ol. Buluruz bir şey olmaz” Güçlü olmaktan, güçlü görünmekten yorulmuştu. Artık güçlü olmak istemiyordu. Sadece dudaklarından” her şeyden sonra bana bunu da yapamaz” sözleri döküldü. Zaman ilerledikçe hissettiği duyguyu o bile tarif edemiyordu. Karakol, emniyet, otogar derken bakmadıkları yer kalmadı. Küçücük ilçe kocaman olmuş üzerine binmişti.
Saatler sonra telefonu çaldı arayan oğluydu.” Tamam anne bulduk” dedi. O an hissettiği, öfkesi, rahatlaması, neydi ki o duygular kendisi bile bilemedi. Zamanla, vicdanıyla, Soğuk şubat ayıyla, rüzgarla savaştığı; yıllar gibi gelen süreç içerisinde, adam kuytu bir kahve köşesinde sıcak sobanın başında otururken bulunmuş. Eve geldiğinde kadının ısrarları ile yaptığı açıklama ise şu “ tamam işte olmuyor, gitmiyor. Sana boş bir kağıt bıraktım altına adımı yazıp imzamı attım. Ne istiyorsan yaz ben yarın gider gerekli yerlere veririm. Boşanırız.”” Helal “olsun dedi kadın. Yine kendine yakışanı yaptın . Sen düşüneceksin ben beynini okuyacağım . Saatlerdir neler yaşayabileceğimi , neler hissedebileceğimi hiç düşünmedin. Oturup karşılıklı konuşmak yerine bana oyun oynadın. On sekiz yılın bedeli imzalı boş bir kağıt olmuştu.
DELİ MAVİ
Güzel başlayan bir Pazar günüydü. İnsanın içindeki fırtınaları kimse bilmez , istese de göremezdi. Mutluluk maskesi taktı genç kadın bu maskeyi takmaktan başka çaresi de yoktu. Güzel bir Pazar kahvaltısı yaptı. Bu kahvaltıya çocukları , annesi ,babası eşlik etti. Bir şubat sabahında güzel pırıl pırıl güneş … Kadının içi kıpır kıpır olmuştu. İçinde kelebekler uçuştu. Güneş onu çağırırken evde oturmak olmazdı. Annesini babasını çocuklarını aldı . Amacı biraz dolaşmak deniz kokusu almak, tur atmaktı. Kocaman olmuştu oğlu boyunu aşmıştı boyu. Bir servi gibiydi. O servi’ sine bakarken derin bir iç çekerdi. Zaman zaman bakmaya bile kıyamazdı. Trafiğin sakin olduğu bir yerde arabayı sağa çekti. Oğluna “had”i dedi” in Şimdi buraya sen otur” Çocuğunun gözündeki mutluluk ve heyecan onu da heyecanlandırmıştı. Güzel bir araba tur attılar. Sonrasında kumsalda yürüyüş… Deniz kıyısında serin esen rüzgar, bazen mavi bazen gri bulutlar ,bulutların ardına bir saklanıp bir çıkan Güneş… Hepsi eşlik etti onların huzur dolu yürüyüşüne. Derken telefonu çaldı arkadaşı onu beraber kısır yapıp yemeye davet etti. Güzel başlayan bir günü sevdiği arkadaşı ile bir demlik çay ve kısır eşliğinde bitirmek güzel bir teklifti. O da bu teklife hayır demedi. Arkadaşının teklifini kabul etti. Annesini kızı yanına alarak arkadaşına gitti. Güzel sohbet , bir demlik çay… Ama bir sıkıntı vardı içinde. Bu durumun genelde hayatında yaşadığı olumsuzluklardan ileri gelebileceğini umut etti. Yüreğini sıkıştırıyordu bir şey. Gece çok garip rüyalar görmüştü. Gördüğü rüyaların hepsini hayra yordu. Zaman zaman duyduğu” yüreğine fil oturmak” deyimi sanki onun şu anı için söylenmişti. Nefes alamamak çok kötü bir duyguydu. Bulunduğu ortam sohbet hoş olsa da içinde bulunduğu ruh hali hiç hoş değildi. Bir şey onu dürtüklüyor” haydi kalk oturma bura da “ diyordu. Yaşadığı iç huzursuzluğu bulunduğu ortamı kısa sürede terk etmesini sağladı. Eve gittiğinde yaşayacaklarından başına geleceklerden habersizdi. Arkadaşının ısrarlarına rağmen içinde bir sıkıntı olduğunu gitmek istediğini söyleyip müsaade istedi.
Özel hayatında her şey arapsaçına dönmüştü. Artık olaylar kontrolünden çıkmış. Bir çıkmaza dönmüştü. Oda bu durumların içerisinden çıkamıyordu. Aslında değişmemişti hayatındaki hiçbir şey. Sadece o yaşadıklarından yorulmuş, tahammül edecek gücü kalmamıştı. Sabah eşi ile çok hoş olmayan bir tartışma yaşamıştı. Aslında tartışma da sayılmazdı bu. Son zamanlarda eşi sürekli artık dayanamayacağını, kendini öldüreceğini söyleyip duruyordu. O sabah da böyle bir sabahtı. Bunun nedeni yıllardır yaşadığı her şeyin kadının içindeki çocuğu öldürmesiydi. Kadının hayatında matematiğin dört işlemi olmamıştı. Hayat sadece bölmüş ve çarpmıştı. Kadına göre şuan hayat bir at arabasıydı. Ama at olan hep üzerine binilen, hep yükü taşıyan kadın olmuştu. Adam hayatını yaşarken kadının içindeki çocuğu yavaş yavaş öldürmüştü. Her can çekişin de canın yandığında” imdat” diyerek yardım istemişti çocuk. Elini uzatmış ama eşi elini uzatmayı bırak duymamıştı bile .Yavaş yavaş susarak öldü küçük çocuk. Tıpkı bir damla suya muhtaç olan bir papatya gibi. Yavaş yavaş kuruyarak. Kuruyan toprakların çatlaması gibi kuruyan dudakları imdat sesini çıkaramayacak dereceye gelene kadar haykırdı, yardım istedi. O kadar bencildi ki adam kendi hayatını yaşarken o küçücük çocuğu sevmeyi unuttu. Bir parça mutluluk bir parça huzur bir damla su vermeyi unuttu. Aslında o küçük çocuğu; çocuk sevgi dilenirken adam dan “ daha yaşımız genç ileride yaşarız “ derken öldürmüştü. İçindeki çocuğu kaybedince kadından geriye ruhsuz bir beden, gülemeyen bir çif göz , bir canavar kalmıştı. Adam o kadar alışmıştı ki kadının koşulsuca onu sevmesine bu haline dayanmıyordu. Kadının içinde artık bırak sevgiyi; ne nefret, ne öfke hiçbir şey kalmamıştı. Adama dair her şeyi yitirmişti. Şu an elindekini yitiren adamın dudaklarından çaresizce dökülen tek şey kendimi öldüreceğim oluyordu.
Yüreğini saran ağırlık eşliğinde arkadaşından kalkarak eve doğru yürüdü. Çantasından anahtarını çıkardı . İçinden bir şey onu direk yatak odasına sürükledi. Yatak odasına girdiğinde dondu kaldı. Yüreğindeki sıkıntı, gece gördüğü rüyalar… “hayır “dedi” olamaz.”Bir anda film şeridi gibi birçok şey geçti gözlerinin önünden. Bir müddet sessizce kaldı. Usulca yatağa oturdu. Yatağın üzerinde eşinin bıraktığı cüzdanı, kapattığı cep telefonu, anahtarı ve a 4 kâğıdının altına adını soyadını yazıp imzasını attığı boş bir kağıt duruyordu. Neler oluyordu? Şimdi bu ne demekti? Yüreğinde ki anlamsız sıkıntı , acıların hepsi bunlar için miydi? Gece gördüğü karmaşık rüyalar bu anı mı? anlatmaya çalışmıştı. Bir müddet düşüncelerle cebelleşti. Bir şeyler yapmalıydı . Yıllar önce kendi için gözünü kırpmadan öleceği adam ;bu gün kendini öldürmüş olamazdı. Bunu ona yapamazdı. Bir canlının onun yüzünden kendi canına kıydığını düşünerek bu dünyada yaşayamazdı. Küçücük yüreği, vicdanı bu kadar ağır bir yükü taşıyamazdı. Hemen telefonuna sarıldı. Oğlunu aradı. Karşılaştığı manzarayı, endişelerini söyledi. Gidebileceği yerlere bakmasını babasını aramasını istedi. Boğazına boğum boğum bir şeyler tıkanmıştı. İçi ılık ılık oldu sanki bayılacaktı. Evin duvarları acımasız bir canavar gibi üzerine geliyordu. Evde duramazdı. O kadar kötü olmuştu ki şu halde araba kullanacak gücü bile kendisinde bulamadı. Hava iyice karanlık olmuştu. Yalnız başına dışarı çıkamazdı. Bir arkadaşını aradı .İçinde bulunduğu durumu anlatıp yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Evdekilere, kızına bir şey belli etmemek için tüm gücünü topladı. Annesine arkadaşı ile kahve içmek için dışarı çıkacağını söyledi. Dizlerinin dermanı kalmamıştı. Kendini evden dışarı attığında zorla içeride tuttuğu göz yaşları artık onu dinlemedi. Sessizce süzüldüler gözlerinden. Deniz her şeyiydi ya ….Ne yapacağını bilememenin verdiği çaresizlikle arkadaşına “deniz kıyısına gidelim” dedi . “belki oradadır, bir köşede oturuyordur, aramaya oradan başlayalım “İlk kez gurbette hissetmişti kendini ilk kez yapa yalnız. Şubat akşamıydı. Her yer zifiri karanlık. Göz gözü görmüyor. Sert ve soğuk esen rüzgar içinin ateşini hafifletmiyordu. Çiseleyen yağmur damlaları yüreğini daha da çok yakıyordu. Buz gibi terler döktü. Denizin hırçın dalgaları sahili dövüyordu. O kadar hırçındı ki dalgalar gecenin karanlığında bile bembeyaz köpürüşünü gözümüze sokar gibi belli ediyordu. Elinde cep telefonun ışığı ile koştura koştura sahili arşınlıyordu. Kafasında ki düşünceler, endişeleri birbiri ile çarpışıyordu. Ya gerçekten şeytana uyar da dediğini yaparsa. Onun ailesine ne diyecekti, çocukları ; arkadaşları onlara sormayacak mıydı? baban kendini neden öldürdü. Çocuklarım ne diyecekti. Yarın öbür gün daha da büyüyecekler , oğlan askere gidecek ,okuyacaklar iyi yerlere gelecekler, biri gelin diğeri damat olacak ve bu özel anlarda baba eksikliği duymayacaklar mıydı? Beni düşünmedi çocuklara bunu nasıl yapardı. Hayır diyordu hayır … Tüm bu düşünceler eşliğinde koca sahili taradı. Zaman durmuş , zaman acımasız geçmek bilmiyordu. Yüreğindeki sızı gittikçe artmış nefes almak daha da zorlaşmıştı. Hala güçlü durmaya çalışıyordu. Arabaya bindiklerinde arkadaşı ona şunları söyledi. “Şuan bize belli etmemeye çalışsan da içinde daha da çok acı yaşadığını ,canının yandığını biliyorum. Lütfen biraz sakin ol. Buluruz bir şey olmaz” Güçlü olmaktan, güçlü görünmekten yorulmuştu. Artık güçlü olmak istemiyordu. Sadece dudaklarından” her şeyden sonra bana bunu da yapamaz” sözleri döküldü. Zaman ilerledikçe hissettiği duyguyu o bile tarif edemiyordu. Karakol, emniyet, otogar derken bakmadıkları yer kalmadı. Küçücük ilçe kocaman olmuş üzerine binmişti.
Saatler sonra telefonu çaldı arayan oğluydu.” Tamam anne bulduk” dedi. O an hissettiği, öfkesi, rahatlaması, neydi ki o duygular kendisi bile bilemedi. Zamanla, vicdanıyla, Soğuk şubat ayıyla, rüzgarla savaştığı; yıllar gibi gelen süreç içerisinde, adam kuytu bir kahve köşesinde sıcak sobanın başında otururken bulunmuş. Eve geldiğinde kadının ısrarları ile yaptığı açıklama ise şu “ tamam işte olmuyor, gitmiyor. Sana boş bir kağıt bıraktım altına adımı yazıp imzamı attım. Ne istiyorsan yaz ben yarın gider gerekli yerlere veririm. Boşanırız.”” Helal “olsun dedi kadın. Yine kendine yakışanı yaptın . Sen düşüneceksin ben beynini okuyacağım . Saatlerdir neler yaşayabileceğimi , neler hissedebileceğimi hiç düşünmedin. Oturup karşılıklı konuşmak yerine bana oyun oynadın. On sekiz yılın bedeli imzalı boş bir kağıt olmuştu.
DELİ MAVİ