Sayfalar

28 Ocak 2015 Çarşamba

NEDİR YAŞLANMAK

       Şu an olmak istediği yerdeydi. Oturmuş dizlerini bükmüştü. Kollarını bir urgan gibi dolayıp dizlerinin üzerine koymuştu. Başını ona şuan bir pamuk tarlası gibi yumuşaklık hissi veren urganın üzerine koymuştu. Birden yanağını yumuşacık bir elin okşadığını hissetti.  Kulağında hoş bir seda… Başını o pamuk öbeğinden kaldırınca Kulağına fısıldayan hoş sedanın, kum tanelerini dans ettirdiğini gördü. Yumuşacık rüzgâr kum tanelerini etrafa savurup duruyordu.  Didelerini karşıya diktiğinde mavi atlas gibi her yeri bürümüş denizini gördü. Kulağına rüzgârın bıraktığı hoş seda şimdi mavi atlasa eşlik ediyordu. Narin kırılgan bir denizkızı gibi onun eşliğinde raks ediyordu.  Gökyüzü bugün çok cömertti. Ocak ayının son günleri olmasına rağmen o güneşle dans ediyordu. Küçük kadın ise bulutların şımarıklığını izliyordu. Önce bir tane fil yaptı yaramaz bulutlar. Ejderha, patlamış mısır, dinozor, tavşan en güzeli ise bir melek… Güneş de bulutlardan nasibini alıyordu. Bulutlar bir güneşin önüne bir arkasına geçiyordu. Yaramaz iki çocuk gibi oynaşıyorlardı. Güneş bulutların arasından her kaçışında kum tanelerinin üzerinde oturan küçük kadının yüreğini ısıtıyordu.
      Tüm bu güzellikleri izlerken küçük kadın derin bir nefes aldı. Yanına koyduğu çantasının fermuarını açtı. İçine bakmadan el yordamı ile aradığını buldu. Bu bir aynaydı. Aradığı buydu. Aynayı kendi yüzüne tuttu. Önce tüm yüzüne baktı. Sonrada derin derindidelerine. O didelerin içi uzun zamandır. Gülmüyordu. Derin bir iç çekti. Dipsiz kuyulardan gelir gibi bir iç çekiş. Kendine şu soruyu sordu. Zaten burada oluşunun nedeni de bu değil miydi? İlk kez korkmuştu bir şeyden hayatta ilk kez. Yaşlanmaktan. Yaşlanmak neydi? Sıfır doğuyordu insanoğlu. Bir bebek masum, temiz, cennetin kokusunu alıp dünyaya geliyordu. Zaman masum yavruyu büyütüyordu. Her saniye, dakika, saat, gün, ay, yıl bunlar mı? Yaşlandırıyordu. Uzun zaman olmuştu dünyaya geleli. Bu zamana kadar yaşlanmaktan hiç korkmamıştı.  Kendini böyle yaşlı hissetmemişti. Birden mi? yaşlanırdı insan. Birçok soru işareti uçuştu beyninin içinde, gözlerinin önünde. O an yine bir el yumuşacık yanağına dokundu. Kulağında yine o hoş seda. Birden irkildi kendine geldi. Gözlerinin önünden ve beyninin içinden Soru işaretlerini dağıttı. Zaten biliyordu ki bu soruların yanıtını. Küçük kız toparladı kendini. Yaş almak değildi ki yaşlanmak. Hayallerini, umutlarını kaybetmekti. İçindeki masum çocuğun ölmesiydi yaşlanmak.
      Ocak ayının sonuydu. Burnunun ucuna yaramaz bir yağmur damlası düştü. Gökyüzünde ki yaramaz çocuklar gitmişti. Onların yerini gri, siyah canavar gibi kocaman bulutlar almıştı. Hoş bir seda ile kulağına fısıldayan rüzgârlar artık sertleşmişti. Bedenindeki bütün tüyleri ayağa kaldırıyordu. Yüzüne bir tokat gibi çarpıyordu. Saçlarını bir oyana bir buyana savuruyordu. Sanki hepsi tüm soru işaretlerini görmüştü. Bunların hepsi küçük kadına” kendine gel” mesajı idi. Aslında hepsi çok haklıydı. Yaş almak değildi yaşlanmak. Şu an korkuyorsa yaşlanmaktan.  Aslında yaşlanmamıştı. Umudu bitmemişti. Hala bir şansı vardı. Hayata gözlerinin içini güldürecek bir pencere açabilirse asla yaşlanmayacaktı. O pencereyle umutları artacaktı. Pencerenin içinden süzülen güneş ışıkları gözlerinin içini güldürecekti. Küçük kadına göre gözlerinin içi gülen insan hiç yaşlanmazdı. Yaş almak değildi yaşlanmak. Ruhunu, gözlerini besleyen bir pencere açamamaktı.
                                                                                                       
                                                                      
 DELİMAVİ





20 Ocak 2015 Salı

KÜÇÜK ŞEYLER

     Susayım dedim. Susamadım. Konuştum hiç bir şey olmadı. Gözlerim konuştu. Karşımda bir çif göz bulamadım. Yüreğim konuşmak istedi söz yerine kan damladı. Nasıl başladıysa hayat öyle gitti öyle gidiyor. Gülmek istedim gülmeyi beceremedim. Çok zaman oldu fark ettim ki gülmeyi unuttum. Yaşamak istedim... Farkına vardım ki istediğim hayatı değil zorunlulukları yaşıyorum. Anladım ki aslında hiç yaşamadım. Ölmek istedim... Hala nefes alıyorum, ruhum bedenimde ben ölmeyi de beceremedim. Şunu söyledim hep “Ben küçük şeylerle mutlu olabilmeye razı iken. Küçük şeyleri  yaşayamamanın acısını iyi bilirim” Şimdi düşünüyorum da  neydi o küçük şeyler….
     Hayatımızda ki bir çok kavram gibi göreceliymiş. Güzellik gibi, aşk gibi… Günümüzde nesnelleşti çoğu evlilikler. Çevremdeki birçok kadından gözlemim; Mutluluğun anahtarı ev, araba, pahalı hediyeler, kürkler… Kocasız olurdu da parasız olmazdı. İşte bunlar benim için büyük şeylerdi. Onları gerçekleştirecek imkânım olmadı için belki… Bana göre küçük şeyler mutluluğun anahtarıydı. Sevdiğinden masum bir gülücük, çıkarsız bir “seni seviyorum “ deyiş, tek bir dal papatya, yaz yağmurunun altında el ele ıslanıp saçlarımızdan süzülen damlaları silmekti. Aslında bana göre paylaşmaktı. Hayatı, mutluluğu, sevinci , acıyı paylaşmaktı.  Beraber  ağlayıp beraber gülebilmekdi.
        Zaman değişti ,şartlar değişti. Rüyamda görsem hayra yormayacağım bir işim oldu. Yıllar öncesinde hayalini kuramadığım kocaman bir evim oldu. Yalnız bir tekerleğin hayalini kuramazken şimdi bir jip’im oldu. Aslında çok büyük şeyler değilmiş bunlar. Elde edilmesi  zaman alan; elde ettiğinde ise hayatın akışını, duygularını değiştirmeyen şeylermiş. Büyük olan benim yıllardır küçük şeyler diye kendimi kandırdıklarımmış. Çünkü karşımdakinden beklemişim. Ben bir sevgi sözcüğü beklerken o sözcük çok kıymetlenmiş. Başımı dizlerine koyup Tv karşısında fil izlemeyi beklerken O diz kıymetlenmiş. Bir bayram gününü beraber geçirelim derken o bayram günü çok büyük şeymiş. Lugatımdan çıkardığım aşkım, canım, sevgilim, hayatım, birtanem  vs. sözcükleri ona söylediğim için büyükmüş.
          Evet  anladım ancak geç oldu. on sekiz yıl  dile kolay. Ondan beklediğim duygusal her şey çok büyük şeylermiş. Küçük şeyler bende saklıymış.  Bir  akşam üzeri arabamı  deniz kısına çekip buz gibi bir şişe bira eşliğinde müzik dinleyip gün batımı izlemekmiş. Yalnız başıma tv karşısına geçip ayaklarımı uzatıp film izlemekmiş. Akşamüzeri yürüyüşe çıkınca yolda gördüğüm , tanımadığım yaşlı teyzeye “ iyi akşamlar nasılsın teyzeciğim “demekmiş. Sabah gün ışığıyla berber küçük kızımı alıp denize girip yüzmekmiş.

          Şöyle demişti bir dostum “ birilerinin gelip seni mutlu etmesini bekleme. Sen kendini mutlu edecek    bir şeyler yap” Küçük şeyler kimseden beklemediğimiz şeylermiş.Yalnızlıkmış.:( :( :(

                                                                                                                   DELİ MAVİ