Şu an olmak istediği yerdeydi. Oturmuş dizlerini bükmüştü.
Kollarını bir urgan gibi dolayıp dizlerinin üzerine koymuştu. Başını ona şuan
bir pamuk tarlası gibi yumuşaklık hissi veren urganın üzerine koymuştu. Birden
yanağını yumuşacık bir elin okşadığını hissetti. Kulağında hoş bir seda… Başını o pamuk
öbeğinden kaldırınca Kulağına fısıldayan hoş sedanın, kum tanelerini dans
ettirdiğini gördü. Yumuşacık rüzgâr kum tanelerini etrafa savurup duruyordu. Didelerini karşıya diktiğinde mavi atlas gibi her
yeri bürümüş denizini gördü. Kulağına rüzgârın bıraktığı hoş seda şimdi mavi
atlasa eşlik ediyordu. Narin kırılgan bir denizkızı gibi onun eşliğinde raks ediyordu.
Gökyüzü bugün çok cömertti. Ocak ayının
son günleri olmasına rağmen o güneşle dans ediyordu. Küçük kadın ise bulutların
şımarıklığını izliyordu. Önce bir tane fil yaptı yaramaz bulutlar. Ejderha,
patlamış mısır, dinozor, tavşan en güzeli ise bir melek… Güneş de bulutlardan
nasibini alıyordu. Bulutlar bir güneşin önüne bir arkasına geçiyordu. Yaramaz
iki çocuk gibi oynaşıyorlardı. Güneş bulutların arasından her kaçışında kum tanelerinin
üzerinde oturan küçük kadının yüreğini ısıtıyordu.
Tüm bu
güzellikleri izlerken küçük kadın derin bir nefes aldı. Yanına koyduğu çantasının
fermuarını açtı. İçine bakmadan el yordamı ile aradığını buldu. Bu bir aynaydı.
Aradığı buydu. Aynayı kendi yüzüne tuttu. Önce tüm yüzüne baktı. Sonrada derin
derin didelerine. O didelerin içi uzun zamandır. Gülmüyordu. Derin bir iç çekti. Dipsiz kuyulardan gelir gibi bir iç çekiş. Kendine şu soruyu sordu. Zaten burada oluşunun nedeni de bu değil miydi? İlk kez korkmuştu bir şeyden hayatta ilk kez. Yaşlanmaktan. Yaşlanmak neydi? Sıfır doğuyordu insanoğlu. Bir bebek masum, temiz, cennetin kokusunu alıp dünyaya geliyordu. Zaman masum yavruyu büyütüyordu. Her saniye, dakika, saat, gün, ay, yıl bunlar mı? Yaşlandırıyordu. Uzun zaman olmuştu dünyaya geleli. Bu zamana kadar yaşlanmaktan hiç korkmamıştı. Kendini böyle yaşlı hissetmemişti. Birden mi? yaşlanırdı insan. Birçok soru işareti uçuştu beyninin içinde, gözlerinin önünde. O an yine bir el yumuşacık yanağına dokundu. Kulağında yine o hoş seda. Birden irkildi kendine geldi. Gözlerinin önünden ve beyninin içinden Soru işaretlerini dağıttı. Zaten biliyordu ki bu soruların yanıtını. Küçük kız toparladı kendini. Yaş almak değildi ki yaşlanmak. Hayallerini, umutlarını kaybetmekti. İçindeki masum çocuğun ölmesiydi yaşlanmak.
Ocak ayının sonuydu. Burnunun ucuna yaramaz bir yağmur damlası düştü. Gökyüzünde ki yaramaz çocuklar gitmişti. Onların yerini gri, siyah canavar gibi kocaman bulutlar almıştı. Hoş bir seda ile kulağına fısıldayan rüzgârlar artık sertleşmişti. Bedenindeki bütün tüyleri ayağa kaldırıyordu. Yüzüne bir tokat gibi çarpıyordu. Saçlarını bir oyana bir buyana savuruyordu. Sanki hepsi tüm soru işaretlerini görmüştü. Bunların hepsi küçük kadına” kendine gel” mesajı idi. Aslında hepsi çok haklıydı. Yaş almak değildi yaşlanmak. Şu an korkuyorsa yaşlanmaktan. Aslında yaşlanmamıştı. Umudu bitmemişti. Hala bir şansı vardı. Hayata gözlerinin içini güldürecek bir pencere açabilirse asla yaşlanmayacaktı. O pencereyle umutları artacaktı. Pencerenin içinden süzülen güneş ışıkları gözlerinin içini güldürecekti. Küçük kadına göre gözlerinin içi gülen insan hiç yaşlanmazdı. Yaş almak değildi yaşlanmak. Ruhunu, gözlerini besleyen bir pencere açamamaktı.
DELİMAVİ