Sayfalar

31 Ekim 2014 Cuma

SESSİZ SEDASIZ

       Ne zormuş anlattıklarının anlaşılmaması. Yüreğin kafeste çırpınmakta. Ya nefes alamıyorsa artık o yürek. Göğsünde bir yük hissediyorsa. Çırpınışların son çırpınış olur. Dirensen de hayata; bir gün yorulup bırakacaksın. Bir dünya kursan da kendine dayanmak için. Fark edeceksin böyle bir dünya yok. İşte o zaman son çırpınış yürekte…. Konuşsan da haykırsan da sesin duyulmaz. Sırf bu yüzden sen sessiz sedasız çırpınarak öleceksin

Şimdi kelimelerin de bir anlamı yok. Yazılanların....Haykırışların duyulmuyorsa ,kelimelerde kifayetsiz. Her canlı bir  gün ölümü tadacaktır. Ne fark eder ha bugün ha yarın.  Sadece nefes almak mıdır yaşamak. O zaman nefes alan ölü çok. Fark etmez  bir eksik bir fazla. En iyisi susarak sessiz sedasız ölmek. Belki de şuan deli mavinin ölüşü. Belki de Son kez konuşup sessiz sedasız gidecek.
            Onda ne değişti ki. Yüzlerce kelime yazarak. Şu an söylemek istediğim tek şey hoş çakal deli mavi. Başucunda bir kaç damla göz yaşı dökülecek. Sonrasında herkes için dünya yine dönecek. Hayat devam edecek. Sen gözyaşlarınla, acılarınla, eksiklerinle kuş olup uçacaksın. Küçük şeylerle mutlu olmayı düşünüp; o küçük şeyleri bile yaşayamamanın acısını yüreğinde götürerek. Kim bilir  bu dünyada bulamadığın mutluluğu orada bulacaksın. Diğdelerden akan son damlalarla sessiz sedasız çırpınarak….


                               DEL MAVİ :(

3 Ekim 2014 Cuma

GURBET BAYRAMI

      Yaşanılan yaşa göre değişiyor olaylara bakış açımız. Ya da yaşadığımız yere ortama göre şekilleniyor. Duygularımız  ve olaylar. Bir bayram geliyor şimdi. Düşünüyorum da çocukluğumda ki  bayramları. Onlarda o zaman her şeyin masum olduğu gibi masummuş. Sanırım bir çoğumuz özlüyordur çocukluğunda ki bayramları. Her bayram da öyle ya da böyle yeni kıyafetlerimiz olurdu. Şimdiki çocuklar kadar şanslı değildik biz. Bize yeni kıyafetler ancak bayramlarda alınırdı. Gece odamızın bir kösine koyar onları izlerdik. Heyecanla sabah olmasını beklerdik. Sabah olsun ki biz yeni kıyafetlerimizi giye bilelim. O heyecanla uykuya dalardık. Uykudan uyandığımızda ilk iş ,yeni kıyafetlerimizi giymek olurdu. O kıyafetler giyilmeden öpülmezdi anne babaların elleri.
   Eğlenceli geçerdi bayramlarımız. Dedemin sağlığında bayramın ilk günü teyzemler ,kuzenler köyde buluşurduk. Dayım köyde dedemlerle yaşardı. Kalabalık  bir bayram günü… Sinisini  yer sofraları  kurulurdu. Herkes öyle iştahla yerdi ki o yemekleri. Kalabalıkta tıpkı yarış eder gibi. Çabuk olmayan sanki aç kalacak. Harmanda ip atlardık kuzenlerle, top oynardık. Şuan hatırladım da bir bayram kiraz mevsimiydi. Kocaman bir kiraz vardı evin yakınında. Kıpkırmızı  kirazlar ağaçta olur da biz yerde mi dururduk. Kuzenlerimle ağaca çıktık. Herkes sabah öten horoz gibi bir dala çıktı. Önce çift olan kirazlardan kulaklarımıza küpe yaptık. Sonra karnımız şişinceye kadar kiraz yedik. Kiraz ağacında evcilik oynamanın tadı ise bir başkaydı. Kiraz ağacının yaprakları da nasibini aldı bizden. Çünkü biz o yaprakları toplayıp para yaptık. Ne kadar çok paramız vardı. Kocaman kiraz ağacı kadar. Hatırladığım en güzel an ise oyunumuz bittikten sonra birimizin çıktığı ağaçtan geri  inemeyişiydi. Bizimkilerden biri gelmişte indirmişti onu ağaçtan. Yediğimiz fırça ise cabası oldu. İnemediğimiz ağaca neden çıkıyormuşuz. Olsun bu fırçaya değerdi. Kiraz mevsiminde kiraz ağacındaki bayramımız. Dayım saz çalardı. Her bayram artık gelenek haline gelmişti saz faslımız. Sesim fena sayılmaz. Dayım çalar biz beraber söylerdik .Bazen de ben tek başıma söylerdim. En çok sevdiğim türkünün adını bilmezdim o zamanlar. Dayım ne zaman sazı alsa eline ben dayıma “yunuslu türküyü çal dayı “derdim. Çocuktum ama o zamanlarda da  en sevdiğim türkü Aşık Mahsun-i şerif “han sarhoş hancı sarhoş”du. Dayım onu sazla çalar ,söyler ben ona eşlik ederdim. Sonra oyun havası faslı başlardı. Annem,teyzemler. Beş kız kardeşti annemler bir de dayım. Hepsinin de ikişer üçer çocukları…. Bayram evimiz düğün evi  gibi olurdu. Her güzel şeyin sonu olduğu gibi bu bayramların ,eğlencelerinin de sonu oldu. Rahmetli dedemi kaybettiğimiz de aslında çocukluğumuzun bayramlarını da kaybettik. Dedem uzun boylu, mas mavi gözleri olan bir adamdı. Çenesinden aşağı uzaman o beyaz sakalları yüzüne nur saçardı. Nasıl severdim onu. Dedemi kaybettiğim yıllar lise yıllarımdı. Hala çok özlüyorum. İyi ki benim dedemdi. Dedem farkında olmadı ama giderken bizim bayramlarımızı da götürdü. Canım dedem alalhım seni nur içinde yatırsın. Mekanın cennet olsun.
   Baba ocağından ayrıldığımda bayramın anlamı başkalaştı. Artık bayram sabahı demek anne baya gitmekti. Sabah erkenden uyanırdım. Eşimin akrabalarını bir an öce gezip bitirip anneme koşardım. Evin en büyük çocuğuyum ben. Kardeşlerim ,annem ,babam onlarda beni beklerdi. Bizde beraberken baba ocağında, çocukluğumuzda ki kadar olmasa da her bayramın hakkını verirdik.

  Şimdi bir bayram geldi yine. Ama içimdeki sancı sarhoş. Bayram demek aslında yeni kıyafetler almak değilmiş. Ben bu bayram yeni kıyafet almadım. Ne kendime ne de çocuklarıma . Beşinci sınıfa giden kızım bana bu gün “anne biz bu bayramda burada da el öpmeye gidecek miyiz? Diye sordu. sanırım ona göre de bayram annanenin ,babaannenin ,dedelerin teyzelerin ,halaların elini öpmekti. Onun bu sorusu üzerine yüreğimde büyük bir sızı hissettim. Toprağımdan ayrılalı bu üçüncü yılım. Ancak yalnız geçireceğim ilk bayramımız. Sabah uyandığımda heyecanla yanına koşup elini öpeceğim annem babam yok.  Saat 01:48 ve ben Aşık Mahsun-i şerif “ten han sarhoş hancı sarhoş'u dinlerken bu satırları yazıyorum. Sana bir sır vereyim mi? anne . Ben ilk kez bir arefe akşamı sabah olmasın istiyorum. Şimdi şunu hissediyorum. Aslında gurbet bayramda acıtıyormuş insanın canını.  Kaderimde yıllar sonra anamın babamın elini öpemeden Gurbet bayramını yaşamakta varmış. Ben mi utanayım kader mi utansın bilemedim.
   Annem, babam,can yarılarım ve tüm sevdiklerim.


DELİ MAVİ

29 Eylül 2014 Pazartesi

KARA SEVDAM

            Ey benim kara sevdam. Aç kollarını sana geliyorum. Ben nasıl tutkun sam sana sen de beni öyle beklersin  biliyorum. Kollarında huzur bulurum . Bilirim benim serseri ruhumu , fırtınalarımı ancak sen dindirirsin. Seni görmek, sesini duymak, izlemek dünyadaki en güzel şey olsa gerek.
  Dağ da sancılı benim gibi. Sonbahar sancısı. Belki de Eylül onun için koca bir başlangıç. Her şeye inat gösterdi kendini sonbahar. Ama serin esen rüzgarlar   kimin umurunda. Palmiyelerle çevrilen yolumda  sessizce ilerliyorum. Kocaman palmiyeler coşkumu hissediyor. Serin esen bahar rüzgarı eşliğinde bana selam veriyorlar. Sana yaklaştıkça  rüzgarlarla oynaşan muz ağaçlarını  , serin esen rüzgara karşı başı dik,  umursamaz dağları görüyorum. Gök yüzünün  kızıllığını fark ediyorum. Yer gök kıpkırmızı. Sessiz puslu bir hava, gün batımı ve sen…
          Güneş bulutlarla yarışıyor. O kaçıyor bulutlar kovalıyor. Onlar anlamıyor güneş neden kaçıyor. Ama ben biliyorum ki oda senin kollarında huzur bulmak istiyor. Kocaman ateş topu etrafında haleler oluşturuyor. Güneş  bulutların elinden kurtulacak . Yavaş yavaş dalıp  koynuna girecek. Sessizce kaybolacak. Bulutlara nispet yapacak. Tabi ki birde bana… Gökyüzü sessizce izleyecek  bütün olanları. Biliyor ki güneş senin koynuna dalınca üzerini ateş böcekleri kaplayacak. Pırlanlatalar ,yakutlar, zümrütler eteklerine dökülecek. Onun için o kadar gururlu o kadar mağrur. Ay dede hilal olup bir prenses tacı gibi parlayarak  başına konacak.
           Tüm bunları düşünürken kendimi sende buluyorum. Sonbahardan kum tanelerin de almış nasibini. Birazcık üşümüşler. Ben onların üşümüşlüğüne hiç aldırmıyorum. Bu gün sakinsin öfken de geçmiş .Ne olmuştu ki dün sen kime kızmıştın Coşup delirmişdin. Senin de gücün kumsala yetti değil mi? Koynundaki kayalara. Tıpkı benim gücümün bana  yettiği  gibi… Öfke ile çarparak dövmüştün onları.
         Sessizce sokulup oturuyorum yanına. Sesini dinliyorum. Bugün ne kadarda güzelsin nazlı yârim. Mavinin birkaç tonunu üzerine  almışsın  . Nazlı nazlı kıyıya vuran dalgaların asaletini simgeliyor. Ara ara parlayan gümüş rengi nede çok yakışmış. Yer gök  kıpkırmızı şimdi serseri ruhumun seninle sakinleşme zamanı . Sessiz dalgalarını dinliyorum. Serin esen bahar rüzgarı bedenimi sarıyor titreterek. Kahve rengi dağın arasından   kocaman  bir uçak yükseliyor göğe doğru. Sanki elimi uzatsam tutacağım. Ama o sana selam veriyor gülerek. Bak gelirken hayal ettiğim gibi. Güneş ufukta .sessizce koynuna süzülüyor. Siz güneşle buluşurken Telefonumu çıkarıyorum . Kulaklığımı takıyorum. şimdi seninle şarkı söyleyeceğiz.” Sen biliyorsun değil mi bu şarkıyı. Bu aralar herkes her yerde   onu söyleyip dinliyor. Ha!  bilmiyorsan eğer çözümü kolay. Önce ben söylerim ardımdan sen  tekrar edersin.” Etrafta kimsecikler yok. Tüm bu güzellikler ve sen….Haydi başlıyoruz mavi  yârim hem de bağırarak. Ben  şarkıyı  söylüyorum sen bana eşlik ediyorsun. güneşle dans ederek.

Dualar eder insan mutlu bir ömür için
Sen varsan her yer huzur huzurla yanar içim
Çok şükür bin şükür seni bana verene
Yazmasın tek günümü sensiz kadere
Ellerimiz bir gönüllerimiz bir

Ne dağlar denizler engeldir sevene
Bu şarkı kalbimin tek sahibine
Ömürlük yarime, gönül eşime
Bahar sensin bana, gülüşün cennet
Melekler nur saçmış aşkım yüzüne
Dualar eder insan mutlu bir ömür için
Sen varsan yer huzur, huzurla yanar içim
 Çok  güzel değil mi  defalarca söylüyoruz bunu. Şu an ne duvarlar var. Nede kederler. Şuan sen varsın, serin esen bahar rüzgarımız, Gökyüzünde uçuşan kuşlarımız var. Arkamızda muz ağaçlarımız karşımızda dağlarımız… Tüm asaletinle nazlı nazlı sevdiğin beni kucağında sarmalayan kumlarımız var. İçin için yansa da içim şuan seninle bir huzur var.
  Benim kara sevdam.  İç huzurum. Sadık yârim. Ne zaman  yalnız olsam sana ihtiyaç duysam hep benimlesin .. Hani Aşık Veysel demiş ya “benim sadık yârim kara topraktır”. Kim bilir belki de  seni  hiç görmemiştir. Sesini hiç duymamıştır. Sil şimdi gözlerindeki yaşı. Yüreğine akmasın. Benim sadık yârim bu fani dünyada yalnız sen ,öldüğümde ise bağrına konulacağım kara topraktır.

  

                                                              DELİ MAVİ

27 Eylül 2014 Cumartesi

MASUM ACILAR

Masummuş acıları küçükken.Ama o zaman anlayamamış bunları.
Maddi anlamda sıkıntı ile geçen çocukluğu aslında sıkıntı değilmiş.Eksiği; alamadığı bir makarna bebekmiş.Tüm arkadaşları iskarpin,çizme giyebilirken onun ayağındaki naylon ayakkabıymış.Her bayramda yaşıtları yeni hazır  kıyafetler giyerken;anacığının parça basmalardan diktiği bayramlıklarmış.,Şimdi düşününce aslında hiç biri acıtmamış canını boğazına düğümlenmemiş acıları.Nefesini hiç kesmemiş mesela. Sadece imrenerek izlemiş onları .
                  Hiçbiri için ağlayıp göz yaşı dökmemiş.Belkide başka şeyler doldurmuş onların yerini.Babasının işçi olarak kıt kanaat evini geçindirmek için çabalamasıymış. Bir tavuk alıp pişirince parçalarını çocuklarının önüne koyup;kendisinin geride kalan kemikleri kemirmesiymiş.Soğuk bir kış günü dışarısı buz gibiymiş ,Babası sehrin diğer ucunda Arnavut kaldırımı döşerken ,öğlen eve gelememiş. Yanından geçen ; tabiri caizse tükürük köftecisinden  bir parça kuru ekmeğin için de iki üç köfte almamış.Akşam eve gelirken bir avuç kıyma getirmiş "öğlen köfteci geçti,siz olmadan alıp yiyemedim "demesiymiş.
         Eksikler başkaymış da aylardan her gün mutlulukmuş. Sevmekmiş en önemlisi sevilmekmiş.Mevsimlerden hep ilkbahar ,yazmış. Cam kırıkları doldurmamış ağzının içini.O konuşmaya çalışırken kanatmamış dilini. Kanamamış ya dili,  kan doldurmamış yüreğini.Aslında küçükken çok masummuş acıları.
                                                                                                                          DELİ MAVİ


18 Eylül 2014 Perşembe

BU KADARDA OLMAZ Kİ :( :(



Nasıl bir histir ki  bu “ bencil olmak”  Hiç yaşayamadım ömrüm boyunca.
Sanırım yaşamım  boyunca  fazla hümanist oldum. Bir türlü beceremedim azıcık da bencil olabilmeyi. Hep benden verdim hep kendimden gitti giden .Aman kimse kırılmasın, üzülmesin, neden ya neden birazcık da beni düşünmedim. Ya çok fazla empati kurdum yada çok aptaldım ömrüm boyunca. Düşünüyorum da neyin bedeli Allahım ödediğim. Öde öde bitmiyor. Şimdi karşıladığım bencillikler hat safhada. Aslında   trajikomik. Şu an ne olduğunu yazmaya bile gerek duymayacağım kadar   trajikomik.

  Ama ne yazık ki insanım iş de. İçimdeki öfke boğazıma bir düğüm oldu. Nefes almakta zorlanıyorum. Ağlanacak halime gülmeliyim sanırım. Değilse şimdi bir telefona bakardı öfkeden boğazıma düğümlenen düğümü çözmek. Ancak insan kendini bilmeli. Bilmeyene nedesem  boş. Yuh diyorum artık bu kadarına da yuh. Allahım ben bunları sana havale ediyorum. Her şeyi herkesin gönlüne göre ver, sonra benim gönlüme göre ver. Ha şu da başka bir gerçek “eşek eşek olunca semer vuranı çok olur”
                           
                                                                                                                                                                                               DELİ MAVİ
                   NOT:( BURADAKİ EŞEĞİ BEN ALGILAYAN MI ? OLMUŞ.:) EMİN OLUN BU EŞEK BEN DEĞİLİM HAYATIMDA OLMAK ZORUNDA OLAN EŞEKLERRRRRRRRRR....:)

13 Eylül 2014 Cumartesi

HAYAT DRAM TADINDA BİR TÜRK FİLMİ


     insanın kendi hayatı film şeridi gibi geçer de gözlerinin önünden.Başkalarının hayatı da geçer mi ?Şimdi deli mavi sessiz,deniz durgun.Hiç bir şey düşünmemekte .Sadece  fırtına dindi.Ama bir sessizlik hakim denize.Sanırım bu fırtınadan önceki sessizlik.
  Yıllar çabuk geçti .Geri dönüp baktığında hatırlamak istemediği anılarla.Sıfırı çoktan tüketmişti. Yormuştu geçen yıllar.Öyle ki ne son bir nefes alacak,nede tekrar hayata meydan okuya bilecek kadar yorgun...
   Aslında hayat bir Türk filmi.Dram tadında bir film.Yorgunluğun verdiği bezginlikti. belki de Arafta kalmak gibi bir şey.Son noktayı yaşadı. Her şeye rağmen zorladığı dayanmaya çalıştığı hayata karşı son nokta.Ne olursa olsun bitmez dedi .Yuvasını yıkmaz her şeye rağmen dayanacaktı.Başka çaresi yoktu.Ne gidecek cesareti vardı nede kalıp çekecek gücü.Olmadık bir anda yine haketmediği bir tartışmanın ortasında buldu kendini.Öyle ki Eşinin gözlerinde gördüğü anlamsız nefret ,kin ,öfke ve o an nefesi kesildi.Artık bu ökenin bir açıklaması yoktu.Peki neden?bunu sormanın da bir anamı yoktu.Yaşadığı hangi fırtınanın bir nedeni vardı ki bunun olacaktı. Sanırım gemileri yakmanın zamanıydı.Evet her şeyin bittiği son bir nefesle yine  de hayata tutunmanın zamanıydı.Hiç gitmemişti evinden.Hiç bırakmamıştı yuvasını.Son bir nefes aldı. Üzgün bir kuş gibi uçup gitti yuvadan.Şimdilik sığınacağı tek limanı baba ocağıydı.Çoktan vermişti kararını.her şey bitmişti artık son .Derken kader yine ördü ağrılarını.Ve Türk filmi o an başladı.Yaşanılan sıkıntıların mı etkisi bilemedi.Eşinin bir rahatsızlığı ortaya çıktı.Yıllarını vermişti, gençliğini heyecanını ...Her şeyden ötesi çocukları vardı.Bir şeyler bittiği yerde yüreğinde.Bu evlilik bitsin diye çok istemişti.Ama böyle bitme ihtimalinin yükünü yüreği kaldırmadı.Evet eşi hastalanmıştı.Yaşanılan olumsuz anlardı belki bu hastalığın nedeni.Kilo metrelerce uzakta iken ve zaten her şeyin karma karışık arap saçı oldu bir anda yine anlamsız bir tartışma yaşadı.Ogün eşinin tahlil sonuçları belli olacaktı.O kadar kızmıştı ki çalan telefonunu açmadı.Bir ,iki ,üç derken defalarca çalan telefonun sonundan bir mesaj sesi geldi."tahlil sonuçları belli oldu ama artık önemi yok"bu mesajı okuduğunda tüm bedeni buz kesti.Bu ne demekti şimdi.Derin bir nefes aldı.Düşündü.Sakinleşmeye çalıştı.Dayanamadı ,vijdanı rahat bırakmadı onu. Eşini aradı telefonu açan olmadı.Bir süre sonra ulaştığında eşi ona hasta olduğunu öleceğini söyledi.Böyle istememişti.Hayır bir şeyler bitsin derken böyle bitsin istememişti.Eşi telefonda ağlamaktan konuşamadı.Kafası karıştı ölümün adı bile soğuk konduramazdı hiç kimseye.Sabah on iki saatlik otobüs yolculuğu sonrası eşi otogarda karşıladı.Bir insan ancak bu kadar biterdi.Ölümün adı soğuk ya peki onu damarlarda,yürekte hissetmek ne kadar ağırdı.Yaşadıklarının  yaşayamadıkların acısı böyle bir durumda daha da ağır olmalıydı.
     Ne zordu hayat ve bir o kadar da  acımasız.Eşine konulan teşhis kanserdi.Ancak başlangıç aşaması.Her şey ona bağlıydı.Üzülmeyecek,sitres yapmayacak,Kendisine dikkat edecek.O zaman bu durumdan kurtula bilirdi.İş yine deli maviye düştü.iyi günde yanındayken bu gün gidemezdi.Deli mavi şunları söyledi."Biz ne fırtınalar gördük,ne badireler atlattık.Her şeyden önce çocuklarımız var.Ben çocuklarımın babasız kalmalarını istemiyorum.Şu da bir gerçek ben seni senin beni sevdiğin gibi gibi sevmedim ki.Yine yanında olurum.Sana destek olurum.Bunu da beraber atlatırız."Çok zor aldığı kararı kader bu oyunu ile bozmuştu. Fırtınadan önceki sessizlik  gibi şimdi dingin deli mavi.Yine topu zamana attık.Aslında Türk filmi henüz bitmemişti.Filmin sonunu ise ancak zaman gösterecekti.


 DELİ MAVİ



1 Eylül 2014 Pazartesi

CAN YARISI

      Ne kadar güzeldir sevilmek,sevmek. Önemli olan bu duyguyu  beklentisiz , karşılıksız yaşaya bilmek. Kardeş demek bence can demek. Sanırım biz şanslı kardeşlerdeniz. Birimizin canı acısa diğerinin canı da acır. Birimizin mutluluğu hepimizi mutlu eder. Ancak bu duyguları aynı anda hissediyorsan aynı cansın demektir. Güzel zamanlar rüya gibi çabuk geçiyor. Canlarımla canımı paylaştığım zaman diliminin değeri yok. Çünkü o zaman dilimlerine paha biçilemez.
     Güzel bir  yaz tatili... Güzelliğine güzellik katanlar ise kardeşlerim. Beraber sabahlamak, beraber gülmek, beraber ağlamak. Ama çok kısa geldi. Su gibi aktı zaman. Üç ve  altı yaş  aralığında dört yeğene; onların ardında koşturmaya rağmen güzel günlerdi. Teyze demek anne yarısı demekmiş. Sarı prensim canım oğlum. Henüz üç yaşında Kendi çocuklarımı büyütürken koşuşturmadan birçok duyguyu anlayamamışım. Bir ay gibi kısa sürede küçük prensimle bir aşk yaşadık. O nasıl bir duygu tarifi yok. Yıllar sonra teyze deyip peşimden ayrılmayan bir velet. Gözlerinde ki sevgiyi gördüğümde içimin yağları eridi. Yüzüme bakarken o masum gülüşüne can dayanmaz. Oğlum resmen aşık oldu teyzesine. İşde karşılıksız aşk bu demek. Tabi biyolojik ihtiyaçlarını bana karşılattığını saymazsak. :)

  En zor olan ayrılma zamanı. Herkesin bir hayatı var. Birimiz fransa’ya, birimiz Antalya’ya diğerimiz memlekette derken yollar ayırdı bizi. Canımızı üçe böldük. Üç eşit parçaya…Birinin başı sıkışsa ilk yapacağı eline telefonu alıp” abla “ demek olacak. Şunu çok iyi   biliyorum . Yollar ayırsa da bizi birbirimizden;Biz üç farklı yerde bir canız. Sırtımı döne bileceğim varlıklar. Kardeşlerim… Güvenip tereddüt etmeden arkamı dönebileceğim canlarım. İyi ki varsınız iyi ki benim kardeşlerim siniz. Bunu söylemeye gerek yok biliyorum ama ben sizi çok seviyorum çok.
 
                                                                                                                          DELİMAVİ

7 Temmuz 2014 Pazartesi

DUVAR


     Elimizde olan malzemeler .Tuğla, çimento, kum, mala ,eldiven ,elek ve olmazsa olmazımız su…Şimdi bununla ne yapacak düşündünüz  mü?
   Deli mavi elindeki malzemeleri düşündü. Ve bir  karar  verdi. Bir duvar örecek. Tıpkı  hayatı gibi.
Önce İtina ile kumu eledi. Kumun içerisinde çakıl taşları ,yabancı maddeler olmasın. Olmasın ki harcı güzel duvarı sağlam olsun. Daha sonra çimentosunu, suyunu ilave etti .Harcını kararken alnından akan terler katık oldu. O kadar özendi ki onun için. Her hamlesi bir hayalini, beklentisini oluşturdu. Çok mükemmel olmalıydı duvarı.
    Mevsim yaz. Öğlen güneşi tepesinde belirdi. Sıcağı tüm  hücrelerinde  hissetti. O ateş ta içinden geliyordu. İçinde  bir ejderha vardı. Onun Üflediği alevi dudaklarında  hissetti. Kendini buz  gibi sularda hissetmek istedi. Çılgınca bir deli mavilikte. Sağına soluna bakındı. Musluğun ucunda takılı olan hortumu gördü. Musluğa yöneldi açtı. Suyun biraz akmasını sağladı. Su aktıkça serinledi. Hortumu ağzına tuttu . Su damlacıkları koşarak dudaklarının arsından tüm bedenine  ulaştılar. “Çok şükür” dedi. Azıcık da olsa içinin ateşi sönmüş can suyu olmuştu. O  harcını karmaktan vazgeçemezdi. Hedefini gerçekleştirmesi için yapması gereken ilk iş  buydu. Tam kıvamına gelmişti harç. Önce eline eldivenini giydi . Sonra malasını aldı. Bir ressamın tualine dokunuşu gibi dokundu o tuğlalara. Bir genç kızın çeyizini işlediği gibi ilmek ilmek işledi . Adım adım; heyecanlarıyla, umutlarıyla, hayalleriyle oluşturdu. Tek tek itina ile koydu . Bir  sırayı bitirince ip çekti ,bir uçtan diğer uca. Düz olup olmadığını kontrol etti. Yorulmuştu hem de çok yorulmuş…Son tuğlayı koyduktan sonra belini doğrulttu. Derin bir nefes aldı. Kolunun tersi ile alnının terini sildi. O tercikleri  kolunu sallayarak esen rüzgarlarla savurdu. Ter damlacıkları adeta rüzgarlarla oynaştı, dans etti. Artık yaz güneşi  ferini kaybetmişti. Gökyüzünde insanın içene huzur veren bir kızıllık vardı. Akşam olmak üzereydi. Esen akşam rüzgârı  ruhunu bedenini okşuyordu. Gözlerini sımsıkı  kapattı.  Etraftan gelen  yasemin çiçeği kokularını içine çekti. Gün batımının huzuru içine dolu. Akşam yatağına yatacak huzurlu bir uyku uyuyacaktı. Emeğinin alın terinin keyfini çıkaracaktı.
   Küçük adımlarla ilerledi. Sanki  başı Gökyüzündeki   pamuk öbeklerine  değdi. O kadar mağrurdu ki sanki küçük dağları o yaratmıştı.  Duvarın karşına geçti.” Aman Allahım !” diyerek haykırdı. İki eli ile başını sıkıştırdı. “Bu olamaz imkansız “dedi. Ansızın dizlerinin gücünü kaybettiğini hissetti. O dizler Minik bedenini taşıyamadı. Yavaş yavaş büküldü. Yere kapaklandı. Baktığında her şey tamamdı. Büyük bir itina ile örmüştü duvarını. Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştı. Tüm gücünü, emeğini, alın terini  harcamıştı onun için. Karşısına geçip eserini izlemek istediğinde acı gerçeği gördü. Bir tuğla eksikti. Evet  küçücük bir tuğla kocaman duvarda kocaman bir boşluk oluşturmuştu. Gözlerine bir perde indi sanki. Gün batımının kızıllığı şimdi kapkaranlık oldu. Serin esen yaz rüzgarı adeta tüm bedenini buz kesti. Bir an nefes alamadığını hissetti. Boğazına kocaman bir şey düğümlendi. Ya gözleri onlardan akan damlalar; yine engel olamamıştı onlara. Bir den hıçkırıklara boğuldu. Beynine hükmedemedi. Bir anda zaman durdu. Hiç bir şeyi düşünemez oldu. Ama hayır! birden silkindi. Bu son değildi. Harcadığı emeği, alın terini hiçe sayamazdı. Büyük bir emek harcamıştı o duvara. Küçücük bir tuğla için kocaman duvarımı yıkacaktı? Elbette bir çözümü olmalıydı. Zaman pes etme zamanı değil düşünme zamanıydı. Şimdi daha güçlü olmalıydı. Bir çözüm üretmeliydi. Pire için yorgan yakamazdı. Bir tuğla; düşündüğünde çok büyük bir eksiklik değildi. Onu bir şekilde kamufle  etmeliydi.
    Küçücük bir tuğlanın eksikliğini kim fark ede bilirdi ki. Başı ellerinin arasında  düşünürken ansızın “evet “dedi. Bir tablo alacaktı. Bir ayçiçeği tarlası. Gece gökyüzünde etrafı harelerle çevrelenmiş  dolunay, yeryüzüne düştü düşecek. Parlayan yıldızlar adeta onunla dans ediyorlar. Ay çiçeklerinin içinde bembeyaz bir at, Dolunayın ışığı ile ateş böceği gibi parlıyor. Atın üzerinde elinde elma şekeri olan beyaz elbiseler giymiş bir kız çocuğu. Eli yüzü kir pas  içinde. Saçları rüzgardan savrulmuş , karışmış . At ay çiçeklerinin arasından koşarken yavaşça gökyüzüne havalanıyor. Küçük kız bir elinde elma şekerini tutuyor. Diğer eliyle de  atın rüzgardan havalanan yelelerini. Tabloyu aldı. Eksik olan tuğlanın üzerine koydu. Duvarın üzerinde bir sanat eseri. Bir tablo bir duvara ancak bu kadar yakışa bilirdi. Duvarın kenarına mor bir begonvil dikti. Begonvilin çiçeklerinde arılar, kelebekler  oynaştı. Hiç kimse fark etmedi  eksik tuğlayı. Hatta Ördüğü duvar için hep taktir ettiler onu . Zaman zaman imrendiler ,kıskandılar.
    Yadsıdığı bir gerçek vardı. Mevsim hep yaz değildi ki. Sonbahar gelmişti artık. Ağaçlar sararan yapraklarını yavaş yavaş dökmeye başlamıştı. Doğa derin bir uykuya hazırlanıyordu. Kış uykusuna. Belki de bir kış masalına. O küçücük delikten soğuk rüzgarlar esmeye başladı. Kimsenin göremediği  o delik artık içten içe içini dondurdu. Şimdi başka bir çare düşünmeliydi. Öyle bir çözüm bulmalıydı ki tabloyu oradan aldığında eksikliği kimse fark etmesin. Eski gazeteleri aldı. Onlarla  duvarı kapattı. Tabloyu  o gazetelerin üzerine  koydu. Soğuk kesildi. Ancak tablo simetrisini kaybetti. Delikten  gazete kağıdını çıkardı. Biraz alçı aldı ,özenle hazırladı sonra deliği onunla  doldurdu. Tuğla kadar estetik olmasa da deliği kapatmayı başardı. Şimdi alçının üzerini boyaması gerekiyor. Bildiği tüm boyacıları dolaştı. Çok fazla yol katetti. Ayaklarına karasular indi. Yürüyecek takati kalmadı. Nefesi kesildi. Hissettiği bedeninde yorgunluk; ruhunda ise büyük bir fırtınaydı. Boyayı alçının üzerine sürdüğünde aradaki ayrımı yapabiliyordu. Hiç yoktan iyidir diye düşündü. Duvarının rengini tutturacak tonu bulamadı.

  Duvardaki küçük boşluk günden güne  bir kurt gibi içini kemirdi. Daha radikal bir çözüm bulması  gerekiyordu. Ne yaptıysa olmadı. Bu noktada bir şeye ihtiyacı vardı. Bu da ancak bir mucize. Yada bir peri ;gelecek elinde sihirli değneği ile duvarın  üstüne dokunacak.  Gözünü açtığında tuğlayı yerinde görecek. Saat  on ikiyi vurduğunda bile o tuğla gitmeyecek oradan. Kim bilir duvarı düzeltecek ; her şey…Artık çözümü mucizelere kaldı. O da ya olur ya olmaz. Mucizeler gerçek olsa da onu bulmaz. 
                             
                              
                                                 DELİ MAVİ

8 Haziran 2014 Pazar

KARA DELİK

   
  Ne tuhaf hayat.Nasıl başlarsa öyle gidiyor iş de. Çabaladıkça görüyorsun ki çırpınışın boşuna.Çığlıklarını sadece sen duyuyorsun.Yanıp biten ateşlerden yeniden  alev çıkarmaya uğraşmak;Boşa kürek çekmek gibi bir şey.Yangın sonrası oluşan külleri ,rüzgarlar esip savuruyor.Gel topla hadi topla ki yeniden alevlensin. Ancak bu ne mümkün?İş de  delimaviden bir yazı daha.Bir gün güzel yazılar yazmanın hayalini kurduysa  da İş de hayat bir kara delik:( Ve beklemek ...Tamamen yorulup ellerinin tutamayacak kadar tükendiği anı beklemek...

KARA DELİK 

       Pollyanna çocuğuydum ben. Pollyannanın çizgi filmleriyle büyüdüm. Hayatta hep mutlu olacak nedenler vardı . Pollyanna bana bunu öğretmişti. Sanırım pollyannadan tek farkım o bir çizgi film kahramanıydı. Bense eti, canı, kanı ,duyguları olan bir insan…
     Aslında çok uğraştım pollyanna  olabilmek için.Zaman zaman başardım. Ta ki gerçeklerin farkına varana kadar.Gördüm ki  Hayat kocaman bir kara delik. Eğer tutuna bildiysen bir kenarından yaşayacaksın. Hayallerini büyütürsün umutlarını, düşlerini büyütürsün. Bir yerinden tutunmaya çalışırsın. Tam başardım oldu dersin Birde bakarsın o koca kara delik şiddetle seni içine çeker. Sen direnirken kara deliğe bir şeyi kaçırırsın . Can havliyle boğuşursun.O önce  hayallerini alır, umutlarını, heyecanını  alır. Manevi duygularını götürmüşdür. Artık iki  alternatifin  vardır. Ya sımsıkı o deliğin kenarına sarılacaksın. Hiç bırakmayacaksın ya da kendini o deliğin kollarına bırakacaksın. O an kendine soracağın soru sanırım şu olacak ; Elimi bırakmayıp sımsıkı tutunmalı mıyım? Yoksa gözlerini kapayıp kendimi kara deliğin koynunda mı bulmalıyım? Kendini bırakırsan  ne olur bilemiyorum. Ancak kaybettiğin benliğine rağmen hala direneceksen  pes edene kadar ruhsuz bir beden olarak yaşayacaksın.

  Öyle yada böyle zaten kazanan kara delik. Ruhunu heyecanını ,senliğini aldıktan sonra bedenini almasa ne yazar.

28 Mart 2014 Cuma

UMUT OLSUN

Bir tohum ek yüreğine
Adı umut olsun.
Bir kuşun kanadına koy,
Bazen de bir kelebeğin…
Kelebek kadar kısa olmasın ömrü.
Sen büyük bir umut ek yüreğine.
Göz yaşın sulamasın tohumunu.
Denize koy,nehirlere,ırmaklara koy.
Kızgın bir yaz güneşinde,
Buhar olup çıksın gökyüzüne.
Bir iki üç derken birçok damla olsun
Sulasın yüreğindeki tohumu
Büyüyene kadar tohumun sakın vazgeçme.
Bu bahara olmasa belki başka bahara,

Sen kocaman bir umut ek yüreğine….
                                                                               DELİMAVİ

12 Ocak 2014 Pazar

FİLM ŞERİDİ

          Hayat her şeyi yaşayarak öğretir ."Hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmek".Tüm yaşamı boyunca insanın hayatı kaç kez film şeridi gibi gözlerinin önünden geçer?Yada bu  söyleyiş gerçekten doğru mudur?        
       Çalışma hayatına başlamadan  önce babasına çok kızardı.Adamcağız yaz kış sokaklarda çalışıp Arnavut kaldırımları döşerdi.Her öğlen eve geldiğinde yemeğini yerdi.Yemeğin ardından muhakkak  bir demlik çayını içerdi.Çayını  bir sanatçı edasıyla yudumlardı. O ise arada sırada babasına çay demlerdi. Meyus olduğu durum ise  bir demlik çay demlemekdi. Her çay demlemeye kalktığında “aman baba ne çok çay içiyorsun “derdi.Adamcağız da  çay içmeden dinlenemediğini, kendine gelemediğini söylerdi .Akşam olduğunda yorgun bedenini dinlendirmek için yine sanatını konuşturur;O bir demlik çayını muhakkak içerdi.
   Çalışma hayatına başladığında babasına hak vermişti. Soğuk bir kış akşamıydı. İşinden geldi .Yemeğini yedi.Ertesi günün yemeğini yaptı.Ortalığı topladı.Çocuğunun dersiyle ilgilendi.Ertesi gün okulda yapacaklarını planladı.Kadın olmak zor işti.Dışarıda çalışmak evdeki sorumluluklarını yerine getirmeye engel değildi.Hayatında her şey dört dörtlük olmalıydı.Zaman zaman bir şeyleri bırakıp baştan sağmak isterdi.Mükemmelliyetcilik  duygusunu  bastıramıyordu.Her şey tamam olmalı eksik olmamalıydı.Zaman zaman bedenin yorgunluktan titrediğini hissediyordu.Tıpkı Rüzgarda sallanan bir yaprak gibi.Fakat o bedenin sızısına hiç aldırış etmiyordu.
    Şimdi sırada babasının sanatını konuşturma zamanıydı.Artık deli mavi de  babası gibi bir sanatçıydı.Tüm işlerini bitirip bir demlik çay demlerdi.Her yudumunu zevkle içerdi.Bir demlik çayı içmesi saatlerce sürebilirdi.Sanatını icra ederken babasının kulaklarını çınlatırdı.”Babacığım ne kadar da haklıymış.Çay içmeden insan dinlenemiyor”derdi Günlük rutin işlerini  bitirdi.Bir demlik çay demledi.Evde kızı ile yalnızdı.Kızı  odasında ders yapıyordu.Deli mavi ise çayının keyfini çıkarıyordu.Yalnızlık ve  çay bütünleşmişti.Ruhunu ve bedenini dinlendiriyordu.Çayından bir bardak içti.Gözüne televizyon sehpasında ki oda parfümü ilişti.Oda parfümü makinesinin içinde beyaz gül kokusu vardı.Beyaz gül kokusunu  alamadı.Parfümün bittiğini fark etti.Çay ,yalnızlık ikilisi ile ruhunu bedenini dinlendirirken bu ikiliye beyaz gül kokusunu da eklemek istedi.Yedek de duran parfüm şişesi aklına geldi.Hemen yerinden fırladı.Parfüm şişesini eline aldı.Tam şişeyi makineye takacakken başının kırıldığını fark etti.Parfüm şişesine odaklanmışken çayını unuttu.Demliği ocakta kısık ateş de kaynıyordu.Sanki sinsi bir düşman gibi … Aklına biten parfüm şişesinin başını çıkarıp dolusuna takmak geldi.Oturduğu yerden kalktı.Parfüm kokusuna o kadar çok odaklanmıştı ki başka bir şey düşünememişti.Mantığını bir bardak çay içtiği çay bardağının yanında bıraktı.Mutfak tezgahına yöneldi.Eline bir bıçak aldı.Ocakta kaynayan çay ile mesafesi yaklaşık üç metreydi.İşte ne olduysa o zaman oldu.Bıçakla dolu parfüm şişesinin başını çıkarmaya uğraşırken birden fısssssssssssssss….Büyük bir basınçla şişenin içindeki hava yaramaz çocuk edasıyla kaçmaya başladı.Şisenin basıncı o kadar çokdu ki kontrol etmek de zorlandı.O şişeyi kontrol etmeye çalışırken puffffffffffffff.Şişenin içinden fışkıran hava demliğin altında yanan ateşle buluştu.Şimdi elinde yaklaşık üç metre bir alev tüpü vardı.Sanki bir ejderha; oda ejderhayı kontrol etmeye çalışan bir masal kahramanı.Bir an her şey durdu zaman durdu beyni durdu.Ne yapacağını şaşırdı.Ejderha elinde rahat durmuyor sağa sola kıvranıyordu.Ne yapacaktı ,şimdi ne olacaktı.Birden sağ kolunda,yüzünde bir ısı hissetti.Tamam  dedi “yüzüm, kolum yandı.Yüzüm yandıysa her şey bitti.”kızı aklına geldi.Çocuk olanlardan habersiz içeride ders çalışıyordu.Ejderha Mutfak tezgahının üzerindeki plastik çöp kovasını tutuşturmuştu,Mutfak masasının üzerindeki kağıt havlu rulosu tutuşmuş yanıyordu.Yüzü, kolu da yanmıştı.Her yer alev alev cehennem gibiydi.İş de o an her şeyin bittiğini düşündü.Hayatı tıpkı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti.Zapdetmekde zorlandığı ejderhayı elinden yere fırlattı.Ejderha çok  kızmıştı.Halının ortasında uzun alevlerle daireler çiziyordu.Kızı evet kızı onu  kurtarmalıydı.O daha çok küçüktü yanmamalıydı.Kapıyı açmaya çalıştı.Nasıl bir basınç ki o kapıyı açmakta zorlandı.Son bir şans ayağını kapıya dayadı.Çığlıkla kızının adını haykırdı.Tek düşündüğü onu evden çıkarmaktı.Şoka girmişti ne yaptığını ne yapacağını bilmiyordu.Zorla kapıyı açtı.Annesinin çığlığını duyan çocuk kapıda belirdi.Alev alev yanan evi görünce acı bir çığlıkla” annneeeeeeeee”diye bağırdı.Birden durdu.Kızının çığlığı ile kendine geldi.Ben ne yapıyorum diye düşündü.Kızına korkma bir şey yok dedi.Arkasını döndüğünde alevlerin farkına vardı. Mutfaktaki havluyu aldı ıslattı.Önce elindeki ıslak havlu ile yerde daireler çizen ejderhanın ağzını kapattı.Daha sonra yanan halıyı söndürdü.Çöp kovasını aldı lavabonun içine attı.Musluğu açtı.Yanmakta olan kağıt havlu rulosunu da musluğun içindeki çöp kovası ile buluşturdu.Tüm bunlar sanki yıllar sürmüştü.Bedeni yüreği titriyordu.O ejderha ile uğraşırken kolu,elleri,parmak uçları yandı. Parmak uçları su toplamış kabarmıştı.Sinir uçlarındaki sızı yüreğini titretti.Sadece kızına bir şey olmadığı için çok mutluydu.
           Bu olayın sunucu  parmak uçlarının sızısı nedeni  ile uykusuz geçen iki üç gece ve  “hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmek”teriminin gerçek olduğunu yaşayarak  öğrenmek oldu.
  
          Not.Canım babacığım keşke yanımda olsaydın.Sana demlik demlik çay demleseydim.Elimdeki çay bardağında ki çayı yudumlarken başımı omzuna yaslasaydım.Derin bir nefes alsaydım.Mis gibi beyaz gül gibi kokunu içime çekseydim.Sığınacak yegane limanım,her şeyimsin.Seni çok özledim.Seni çok seviyorum.Canım babacığım....
 DELİMAVİ